7 Nisan 2024 Pazar

TÜRKLER ORMANA NEDEN KORULUK DER?


Türkler dinlerinin gereği doğaya saygı duyardı. Onlar için ateş, hava, su ve toprak önemliydi. Fakat Türklerde önemli bir element daha vardı. Ağaç Elementi. Türk kozmoloji düşüncesinde Ağaç, element olarak kabul edilmiş ve 5. Unsur olarak yerini almıştır.


Türkler ormanın "Ruhu" olduğuna inanır. Orman Ruhu tüm canlıları korur. Bu düşünceye animizm adı verilir. Yani Türklere göre; yaratılan her şeyin bir ruhu vardır. Gök Tanrı adı verilen ve Batıni yani bilinmeyen ve görünmeyen Tanrının, Zahiri görünümleri elbette yarattığı her şeydi. Bu yüzden Türkler, yaratılan her şeyde Tanrının ruhu olduğuna inanırdı. Türkler Ormana girip hayvan avlayacakların da, Tayga adı verilen Orman Ruhundan bile izin alırdı. Boş yere hayvan öldürülmezdi. Aynı şekilde bir ağacı kesmek zorunda kalırlarsa yine bu ruhtan izin alınırdı. Orman tüm canlıları ile bir bütün ve kutsaldı.


Türkler için Ormanı oluşturan ağaçlar, Gök Tanrının kapısı sayılan Kutup Yıldızı ile bağlantılı kozmik yollardı. Bu kozmik yollara zarar vermek Tanrı ile insan arasındaki iletişimin yok olması demekti. Bu yüzden Türkler Orman'a "KORULUK" adını verir. Hem Ormanı hem de Orman içinde yaşayan hayvanları koruyan Orman Ruhu'nu kastederler. Orman Ruhu bu hayvanları korur gözetir. Bunun dışında KORULUK adı elbette insanlara da bir mesaj verir. Ağacın hayvanın ve tüm doğanın bir sahibi olduğu, onların bu sahip tarafından korunduğu, ama Gök Tanrının gölgesi olan İnsanlarında Ormanı, Hayvanı ve tüm doğayı koruması gerektiği mesajını da verir.

Eski Türkler Geyiklerin gezdiği Ormana da "KORULUK" adını vermiştir. Çünkü Türk Kağanlar bu geyiklerin avlanmasını yasaklamış ve bu korunaklı ormanlarda geyikleri koruma altına almışlardır. Türkçedeki "SIĞIN GEYİK" tabiri de buradan gelir. Kağanlar geyikler için sığınaklı ormanlar hazırlamışlardır.


Umarım atalarımızdan gelen bu kadim geleneksel bilgileri yeterince anlayabilir, Tanrının sessiz yaratıkları olan ağaçları, hayvanları,  Tanrının kendisinden onlara ruh üflediğini unutmayarak koruyabiliriz…

(Alıntı)

26 Ekim 2023 Perşembe

Entellektüel Olmak

 Eşekliğin baki kalması senin okumuş olmanın bi sonucu değil canım kardeşim!  Senden önceki 3 neslin okumamış olmasının acı sonucu.. şu "okudu da nooldu ki" ci yarıcahil furyaya ders niteliğinde ..


Üniversitede, en çok sevdiğim hocanın odasındaydım.

Bana, “Ne olmak istiyorsun? “dedi.

“Entelektüel olmak istiyorum.” dedim.

“Senden entelektüel olmaz” dedi.


Şaşırmıştım, sonra, kırılgan bir ses tonuyla;

“Dersinizi geçmeme rağmen sürekli dersinizdeyim. Okulda en çok okuyan, araştıran ve tartışmalara giren, hep benim?" dedim.

“Senden Entelektüel olmaz”dedi.


Çok kızmıştım!

"Doç. tezlerin konularını bile ben öneriyorum" dedim.

Prof. gülümseyerek geriye yaslandı.


"Senden çok iyi bir araştırmacı olur. Ama entelektüel olmaz. 

Nedenine gelince,sana entelektüel olamazsın dediğimde,bana bir Entelektüel gibi “Niçin olmaz?" diye sormadın, aksine alındın ve hiddetlendin. 


Yazarlık bilgi işidir. Entelektüellik bilgi değil,davranış biçimidir. Bir insanın entelektüel olması için en az 3 kuşak ailesinin okuması gerekir. 


Okulun önüne bak. Hepsi son model araç dolu ve hocalara ait. Her sene model yenilerler. Gerçekten böyle bir yenilenmeye ihtiyaçları var mı?Niçin bu şekilde yaşıyorlar. 


Çünkü o ünvanlarla gördüğün hocalarının kariyerleri ne kadar yüksek olursa olsun, ruhları feodal bir köylü. 


Güçlerini topluma kabul ettirmek için böyle hava atmak zorundalar.


 Gerçek bir entelektüel asla bu güdüyle hareket etmez.


Entel feodal köylülere artık diploma ve unvan da yetmez. 

Tıpkı paranın yetmediği gibi.


İlber Ortaylı

24 Nisan 2022 Pazar

MARİE ANTOİNETTE CHOCOLATIER


İkinci çikolata durağımız Marie Antoinette Cohocolatier. İstanbul'da butik çikolata deyince akla ilk gelen mekanlardan. Fransa’nın lükse düşkün efsanevi kraliçesi Marie Antoinette’in döneminden esinlenilerek yaratılan tatlar, Nişantaşı ve Zorlu Center AVM’de Marie Antoinette Chocolatier’de müşterilere özenle sunuluyor.



Marie Antoinette Cohocolatier beğenilen ve sevilen oyuncu Rojda Demirer ve kardeşi Ruken Demirer'in işbirliği ile kuruluyor. 1700'lü yıllara dayanan dekorasyon tarzıyla sizi alıp başka hayal dünyalarına götürüyor.




Biz Kadıköy'de Caddebostan'da bulunan mekana gidip yeni tatlar deneyen şanslı kişilerden sayıyoruz kendimizi. Onlarca çeşit birbirinden güzel ve özel çikolata gerçekten de hem göze hem de mideye hitap ediyor. Çalışanlar birbirinden kibar ve ilgili, sizi evinizde hissettiriyor.


Çalışanlarla sohbet ettiğimizde kendi sitelerinde de belirttikleri gibi "Marie Antoinette Chocolatier’de başta Ekvator olmak üzere Venezuela, Costarica, Peru gibi tropik yağmur alan bölgelerde yetişen Theobrama Cacao ağacından özenle seçilmiş çekirdekler kullanılıyor." bilgisini alıyoruz.



Hammaddesi Belçika’dan gelen, el yapımı olup günlük olarak hazırlanan; hiçbir katkı maddesi ve koruyucu barındırmayan üst kalite çikolata yaptıklarını üzerine basarak belirtiyorlar.
Bu kadar iddialı bir markanın çikolatalarını deneyip tattıktan sonra, başka çikolatalardan aynı tadı ve hazzı alabilir misiniz bilinmez. Doğru söylemek gerekirse alamazsınız. Yolu Kadıköy'e düşen herkes Caddebostan'da Marie Antoinette Chocolatier'de uğramalı.


Birçok çeşidini tatsam ve her birini ayrı ayrı beğensem de en beğendiğim çikolata rakı kavunlu olanıydı. Fiyatlara gelince öyle afaki fiyat sakın aklınıza gelmesin. Arkadaşlarınızla, ailenizle gidip huzurla zaman geçirebileceğiniz çok hoş bir mekan.


















16 Nisan 2022 Cumartesi

MODA ÇİKOLATACISI


 Kadıköy'de birbirinden güzel ve özel çikolatalarıyla kalpleri fetheden Moda Çikolatacısı sadece çikolatalarıyla değil, kahvaltısıyla da mükemmel.

Orijinal ürünler, tatlar bulma konusunda takıntılı bir aile olarak Gastronomi şehri Hatay'dan çıkıp İstanbul'da bir çikolatacıda kahvaltı menüsü ve tatlarını beğendirebilmek pek kolay iş değil.

Evet evet çikolatacı ama çizgisinin dışına çıkıp kahvaltı da veriyor ve işlerini layığı ile yapıyorlar.


Klasik bir kahvaltı menüsünün dışında farklı olarak çok kaliteli süt reçeli, bir Hataylı olarak bizi mutlu eden humus, avokado ezmesi, pişi veriyorlar. Kullandıkları sucukları çok güzel ve baharatı tam tadında.
Moda'da küçük bir kafe ama çok samimi bir ortam, insanı iyi hissettiren bir yanı var. Çalışanlarının hepsi kibar ve ilgililer.



Gelelim çikolatalarına...

Kendi ürettikleri incirli, fıstıklı, vişneli, frambuazlı, karamelli ve daha bir çok çeşit çikolata birbirinden lezzetli.

Bu birbirinden lezzetli çikolataları henüz yirmi dört yaşında olan ve ileride ismini daha pek çok kez duyacağımızı düşündüğüm Cihan Azar yapıyor. Aslında pastacı olarak işe başladığını söyleyen ustamız, şeflerinin yönlendirmesiyle çikolata yapımına yönelmiş. İyi ki de yönelmiş. İşini aşkla yapan ustamız kalıpla yapılan çikolataların spesiyal olarak, el yapımı çikolataların ise türüf  ya da taze ürün olarak adlandırıldığını dile getirdi.  


Kahvaltı ve çikolatalarıyla bizi mest eden Moda Çikolatacısı, çikolata ustası Cihan Azar aracılığıyla oğlum Rüzgar Erdi'ye portakal çubuklu çikolata yapımını öğretti. 










Ülkenin her bir yanında böyle güzel mekanlara ihtiyaç var.
Son olarak kendi sitelerinde (https://modacikolatacisi.com/) "hakkımızda" bölümünde zaten özetlemişler her şeyi:

"Hayat rengarenk çikolatalar gibidir. Bazen siyah, bazen beyaz, bazen ikisinden de biraz. Önemli olan bu rengarenk dünyamızın içini nasıl doldurduğumuzdur. Bizler önce doğarız, sonra bir kalıbın içine dökülürüz. Tecrübelerimizle dolarız. Sonra kalıbımızdan çıkar son şeklimizi alırız.

Çikolatanın mazisi de insan hayatı gibidir. Önce çekirdeğinden doğar, işlenir ve eritilir. Ardından bir kalıba dökülür. Tecrübe edilen birbirinden farklı tariflerle ganajlanır ve içi doldurulur. Ardından kalıbından çıkarılır ve son halini alır. 

Birbirinden güzel tecrübeleri tatmak için, sevginizi çikolata ile anlatmak için Moda Çikolatacısı size enfes tecrübelerini sunuyor.

Sevgi ve bol çikolatayla kalın…"







9 Nisan 2021 Cuma

BAKIŞ AÇISIYLA İLGİLİ GÜZEL BİR HİKAYE


 Ünlü bir futbolcu karısını öldürmekle suçlanıyordu. Futbolcu yakalanmıştı ama karısının cesedi ortada yoktu. Duruşma Amerikan filmlerindeki gibi kucak dolusu parayla tuttuğu avukatı jüriyi ikna etmeye uğraşıyordu: "Sayın jüri üyeleri, müvekkilimin suçsuz olduğuna yürekten inanıyorum.

Buna az sonra sizler de inanacaksınız. Birden 10'a kadar sayacağım ve müvekkilimin öldürdüğü iddia edilen karısı bu kapıdan içeri girecek... 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9 ve 10..."

Bütün jüri üyeleri kapıya döndü; kimse girmedi içeri. Avukat son hamlesini yaptı: "Bakın siz de kadının öldüğüne inanmıyorsunuz. Çünkü hepiniz, içeri girecek düşüncesiyle kapıya doğru baktınız. Kararı buna göre vermenizi talep ediyorum."

Ancak jüri, ünlü futbolcuyu suçlu buldu. Mahkeme çıkışında avukat, hâkime yaklaştı ve sordu: "10'a kadar saydığımda siz de herkes gibi kapıya doğru baktınız. Siz de, futbolcunun karısını öldürdüğü konusunda tam ikna olmadınız. Öyleyse neden böyle bir karara imza attınız?"
"Doğru" cevabını verdi hâkim. "Ben de herkes gibi kapıya baktım ama müvekkiliniz kapıya bakmıyordu."

Bu hikâyeden çıkarılacak ders: En iyi analizi yapan kişi, herkes bir noktaya bakarken, o noktaya yönelen bakışları izleyen kişidir. Bakış açınızı ne kadar geniş tutarsanız, doğruya ulaşmanız o kadar hızlı olur.

8 Ağustos 2017 Salı

RAKI ADABI

1. Sarhoş olunmaz.
2. Masada konuşulan masada kalır. Kayıt, not tutulmaz.

3. Fotoğraf çekilmez. Dışarıdan çekene kızılmaz.

4. Telefonla konuşulmaz. Çalarsa açılır, “Rakı içiyorum” denir, kapatılır.

5. GSM'le oynanmaz: Sofra iPhone, Blackberry tanımaz.

6. Muhabbet esnasında biçem, izlek, imgelem gibi kelimeler kullanılmaz.

7. Kadınlar silip oturur: Rakı bardağında ruj izi olmaz.

8. Düzgün konuşulur, lüzumsuz şirin olunmaz.

9. Rakıda hızlı gidene karışılır, yavaş düşene karışılmaz.

10. Argo konuşulur, küfür edilmez.

11. “Hey!”, “hişt!”, “pişt!” gibi ünlemler kullanılmaz.

12. Memleketi herkes meşrebine göre kurtarır, karışılmaz.

13. Yemek yenilmez.

14. Meze tırtıklanır, karın doyurulmaz.

15. Şalgam suyu, soda, ayran, çay yanına konabilir, içine konmaz.

16. Kafaya vurup “lölölö!” demek gibi zevzek şakalar yapılmaz.

17. Masada kitap, dergi, hele laptop asla bulunmaz.

18. Zeki Müren, Giuseppe Verdi dinlenir; Kayahan, Bryan Adams dinlenmez.

19. Varsa müzik duyulacak kadar açılır, bağırtılmaz.

20. Hüzün de neşe de eksik olmaz.

21. Masada ağlanmaz.

22. Ağlayan çıkarsa konu değiştirilir, avutulmaz.

23. Yüksek sesle şarkı söylenmez.

24. Şarkı mırıldanırken el kol hareketleriyle desteklenmez.

25. El kol fazla hareket etmez.

26. Tartışılır, kalp kırılmaz.

27. Herkes konuşur, monolog olmaz.

28. Aynı anda konuşulmaz, söz kesilmez.

29. Masaya sigara dumanı üflenmez.

30. Bir rakı içilirken başka marka övülmez.

31. Rakı masasında sessizlik olmaz.

32. Zırt pırt tuvalete gidilmez.

33. Masada yellenilmez.

34. Masada geğirilmez.

35. Masaya müzisyen alınmaz.

36. Azıcık uçulabilir ama yalan dolan olmaz.

37. Yüksek sesle konuşulmaz.

38. Kazak pantolonun içine sokulmaz.

39. Çıplak / yarı çıplak durulmaz.

40. Şiir konuşulur, şiir okunmaz.

41. Rakı içilirken başka içki içilmez.

42. Yolluk bir teki aşmaz.

43. Yolluk alınmışsa cila çekilmez.

44. Biradan başka cila olmaz.

45. Cila birası bir küçüğü geçmez.

46. Rakı sonrası kahve, şekerli içilmez.

47. Kahve içilirken höpürdetilmez.

48. Rakı yalnız içilmez.

49. Rakı masası 4-5 kişiyi geçmez.

50. Garsona adı dışında bir şeyle seslenilmez.

51. Garsona rakı doldurtulmaz.

52. Balkon sofrasında içmeyen çalıştırılmaz.

53. Sıcaksa buz konabilir, buz erimeden içilmez.

54. Rakıdan önce su, sudan önce buz konmaz.

55. Rakı sek içilmez.

56. Rakıcı ota çöpe öpüşmez, habire takdir etmez.

57. İçerken serçe parmak havaya kaldırılmaz.

58. Rakı hızlı içilmez.

59. Rakı fondip yapılmaz.

60. Kerahet vaktinden önce rakı içilmez.

61. Büyük konuşanla rakı içilmez.

62. Çok konuşanla rakı içilmez.

63. Sessiz duranla rakı içilmez.

64. Şakadan anlamayanla rakı içilmez.

65. Büyük yudumlarla rakı içilmez.

66. Rakı sofrasında iş dedikodusu yapılır, iş konuşulmaz.

67. Küllüğe limon kabuğu, zeytin çekirdeği konmaz.

68. Tabağa, kâseye sigara söndürülmez.

69. Zırt pırt kadeh tokuşturulmaz.

70. Konuşurken rakı masasına vurulmaz.

71. Bardak boş bekletilmez.

72. Masanın her bir köşesi meze ile doldurulmaz.

73. Ağız şapırdatılmaz.

74. Çatal kaşık dişe değdirilmez.

75. Burun karıştırılmaz.

76. İzinsiz masadan tuvalete dahi kalkılmaz.

77. Şerefe vb. yeterlidir, kadeh tokuştururken yaratıcı olunmaz.

78. Garsona balık ayıklatılmaz.

79. Garsonun sırtına vurulmaz.

80. Personele hatır sormadan meyhanede oturulmaz.

81. Sofraya erken ya da geç gelinmez.

82. Rakı buzdolabının en alt rafından yukarı çıkarılmaz.

83. İçi görünmeyen kadehte rakı içilmez.

84. Masada farklı kadehler olmaz.

85. Masada farklı markalar olmaz.

86. Yerken ağız doldurulmaz.

87. Ağızda lokma varken konuşulmaz.

88. Boğaza, yeleğe peçete takılmaz, dize peçete konmaz.

89. Konuşurken çatal bıçak sallanmaz.

90. Hiçbir durumda ve fikirde ısrar edilmez.

91. Racon kesilmez.

92. Ukalalık, kıskançlık kaldırmaz.

93. Rakı sofrası süslenmez.

94. Loş meyhanede içilmez.

95. Yan masanın muhabbeti dinlenmez.

96. Başka masaya uzun bakılmaz.

97. Masadan kopuk muhabbet edilmez.

98. Çiftler el ele tutuşmaz, oynaşmaz.

99. Sallanan masada içilir, sallanan insanla içilmez.

100. Bunlar kendiliğinden olur, kasarak yapılmaz.

- AYDIN BOYSAN

28 Temmuz 2017 Cuma

NE OLMUŞ YANİ BÜYÜK ADAM OLAMADIKSA?

kadın kitap gibidir ufaklık öyle sade sonunu okuyarak bütün kitabı anlayamazsın. zaten kadınlarla erkeklerin bir arada olma ihtimali anca romanlarda olur. teoride mükemmelsindir ama pratikte sıçarsın. bak bu müzik varya. ben bu müziği 280 defa dinledim agacım. çoğunda halaydaydım ama şimdi çok uzaktayım. ben dinlemekten bıktım, onlar evlenmekten bıkmadı yaa... ne bakıyorsun öyle? hüzünlü değilim diyorum sana benim mizacım böyle. bak şarabım da daha bitmedi. kendisiyle uzun yıllar süren seviyeli bir ilişkimiz var. ben ona para harcıyorum o benim başımı döndürüyor. eee ne farkı kaldı kadınlardan ? çaak. hayat bu ufaklık, şakaya gelmez. 5 dakkada adama türlü türlü kostüm giydiriverir. farkına bile varamazsın. üstündeki elbiseye sen bile inanırsın hemen o oluverirsin. ben buna üniformanın zehri diyorum . laf aramızda. gözlerin kör olur ruhun vücudundan ayrılır. tanıdıkların sende tanıdıkları hiç bir şeyi göremezler. ne bakıyorsun öyle ya? dedim ya hüzünlü değilim benim mizacım böyle. 25 yıldır içiyorum bunu. ben ona içimi döküyorum o bana içinizdekileri gösteriyor. ne olmuş yani parayla gözümü açtırdıysam? onlar gibi kör mü kalsaydım ? mutluluk paylaşmadan olmaz ufaklık içindeki sevgiden herkese bir parça vereceksin. bazısına azda olsa olur fark etmez. zarar etmezsin. hele böyle dört tarafı sularla çevrili bi yerdeysen. en yakın kara parçasına gözlerini kısıp öyle bakıyorsan. o zaman dostuna daha çok dikkat edeceksin. çünkü sevgi öyle her yerde yaşayamaz. kurur gider dostunla yüzmesini öğreneceksin yoksa boğulursun kardeşim ya tamam ya tamam bakma öyle hüzünlü değilim mizacım böyle. doğduğumdan beri burdayım, bak şarabım hala bitmedi. ben onunla yürüyorum bu yolda oda içimdeki sevgiyi etrafa dağıtıyor. ne olmuş yani biraz sarhoş olduysak? zafer sarhoşu değiliz ya. gitmek cesaret ister ufaklık. gideceğin yer neresi olursa olsun. sevdiklerinle arana mesafe girince varış yerinin hiç bir anlamı kalmaz. vedalaşmak da zor iştir biliyor musun ? oturursun geminin kıçına. bakarsın sevdiklerine gittikçe ufalırlar ufalırlar kaybolurlar o zaman anlarsın işte vedalaşmak asıl kalana değil gidene koyar. 100 defa söyledim sana hüzünlü değilim, mizacım böyle. bak şarabımla beraberim. çocukluğumdan beri hayaller kuruyorum şarabımdan ayrılmadan hemde. ben şarabımdan ayrılmıyorum. o da bana bunca gidene rağmen hala hayal kurdurtmaya devam ediyor. ne olmuş yani büyük adam olamadıksa hayallerimizi satmadık ya!

3 Ekim 2016 Pazartesi

TEKNOLOJİ VE ÇOCUK

 ABD’de bir IAHP toplantısında dernek eş başkanı Janet Doman’ın söyleşisinden bir bölüm:
Janet Doman ebeveynlerle yaptığı “Bebeğinizin zekasını nasıl geliştirebilirsiniz?” panelinde ebeveynlerden gelen bir soru üzerine cevaben “TV programları için 25.kare (subiliminal mesaj) olgusunun kontrol edilemediği bir ortam olması nedeniyle TV’ yi çöp tenekesine benzetmiş ve “Çocuğunuzu çöp tenekesinin içine sokmayı ve orada tutmayı ister misiniz?” diye bir karşı soru yöneltmişti soran anneye. Janet Doman sonrasında “Tablet ve akıllı telefon gibi elektronik cihazları çok küçük bebeklerin eline oyalanmaları için vermenin onların zeka gelişimine hiçbir katkısı olamayacağını, tam tersi bu cihazların yaydığı manyetik dalgaların bilgisayardan vs kat be kat daha güçlü olduğunu ve bebeklerin beyin gelişimine bu açıdan zarar bile verebileceğini” ilave etmişti.
Bilgisayar veya TV’den erken eğitim videoları vs. konularında da güvenilir kaynaktan olması, günlük kullanımın çok kısa (örneğin 5 dakika ile sınırlandırılması ) ve olmazsa olmaz tensel temas içinde izletilmesinin kabul edilebilir olacağını vurgulamıştı.
Janet Doman “Sanal dünya içindeyseniz çok kısa süreli olsa da küçük çocuğunuzla tensel teması kestiğiniz zaman onu sanal dünyaya teslim edersiniz, çünkü sizi hissetmediği anda sanal dünya çocuğunuzun gerçeği yerine geçer. Bizler gibi analitik düşünme bilinci henüz gelişmediği için küçük çocuklar mantıksal karar veremez ama tensel temas içindeyseler onların gerçeği dokundukları hissettikleri varlık olur” diyerek küçük çocukların dünyasında tensel temasın öneminin altını çizmişti.
Bu nedenle biz de tüm ebeveynlere sanallığa dikkatli ve ölçülü yaklaşmaları gerektiğini vurguluyor ve tüm okul öncesi dönemde çocuğunuzun sanal dünya ile iletişiminde kontrol sizin elinizde olmalı diyoruz.

13 Mayıs 2016 Cuma

MİSYONER OKULLARI

Osmanlı’da ilk yabancı misyoner okulu 1853’te İstanbul’da kurulan Saint-Benoit Fransız okuludur. Bu okulu Saint-George, Saint-Luis, Saint-Pierre, Notre Dame de Sion, Saint-Joseph…. izlemiştir. 
1853-1925 arasında İstanbul’da 72 Fransız okulu vardır. 

1917 tarihli bir belgede de bu tarihte İstanbul’da İngilizlere ait 83 okul ve hastane olduğu ifade edilir.

1904 tarihinde Osmanlı topraklarında 465 Amerikan okulu vardır. Bu okulların bugünkü Türkiye sınırları içerisindeki dağılımına bir göz atalım.

İstanbul..... Robert College (1863)
İstanbul..... Gedikpaşa Girls School
Adapazarı..... Girls Hing School
Bursa..... Girls Hing School
İzmir..... American Collegiate İnstitute For Girls
İzmir..... İnternational College
Kayseri..... Talas Boys School
Kayseri..... Talas Girls School
Sivas..... Girls Hing School
Merzifon..... Anotolia College
Merzifon..... Anotolia Girls School
Harput..... Euphrates College (1859)
Harput..... Girls Hing School
Diyarbakır..... Protestant School
Mardin..... Teachers School
Mardin..... Girls Hing School
Bitlis..... Girls Boarding School
Van..... Boys School
Van..... Girls School
Erzurum..... Girls Boarding School
Erzurum..... Boys Boarding School
Antep..... Seminary for Girls
Maraş..... Central Turkey College For Girls
Adana..... Seminary For Girls
Saimbeyli..... Hodjin Hom School For Girls
Tarsus..... Saint Paul’s İnstitute For Boys
Urfa..... İndustrial Training School

Dikkat ederseniz Amerikan okullarının büyük bir çoğunluğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde kurulmuştur. Bir tek Amerikalının yaşamadığı bu topraklarda Amerikalılar herhalde bizim kara kaşımıza, kara gözümüze hayran oldukları için okul açmamıştır. 
Bu okulların üç şeye önem verdikleri tespit edilmiştir:

1. Eğitim: Modern eğitim sistemiyle hiçbir fedakârlıktan kaçınılmaksızın eğitim verilmiş, bu yönüyle Türk eğitimine ve diğer devletlere örnek olmuşlardır.
2. Siyasi faaliyetler: Azınlıklar sorununa eğilmiş, onları desteklemiş hatta azınlık sorunlarının çıkış nedeni olmuşlardır. Özellikle Ermeni sorununda etkileri büyüktür.
3. Dine ve mezhebe din kardeşi kazandırma girişimi: Bu düşünce okulların başlangıçtan beri en büyük hedefidir ve Osmanlı’nın çöküşünde başlıca etkendir.

Bugünkü “Kürt sorunu” diye önümüze sürülen mesele, aslında İngiltere, Amerika, Fransa, İtalya ve Almanya gibi ülkelerin 1700’lü yıllardan beri uyguladığı eğitimdeki haçlı seferinin sonucudur.

Polat Haydaroğlu bu “Neden?” sorusunun hepimizin bildiği cevabını bakın nasıl veriyor:
“Yabancı okulların siyasi faaliyetleri doğrultusunda günümüzde de huzursuzluğu hissedilen “Kürtleri” etkileme çabaları okulların zararlı çalışmalarından sadece biridir.

Selçuklular döneminden başlayarak Osmanlı devletinde Anadolu’da sistemli bir Kürt-Türk ayrımı yapılmış değildi. Kaynaklarda zaman zaman “Kürt beyi” ve “Kürdistan” deyimine rastlanmaktadır. Ama Osmanlı topraklarında sınırları belli “Kürdistan” diye bir birim yoktur.

Yabancı devletlerin Osmanlı İmparatorluğunu parçalamak için İmparatorluğa bağlı halkaları kışkırtmaya başladıkları 19. yüzyılda artık ayrı bir birim olduklarını düşünmeye başladılar. Yine bu dönemde siyasi alana bir “Kürdistan” deyimi getirildi. Osmanlı İmparatorluğu 1831’de yapılan sayımda ve daha önceki tahrirlerde İslamiyet dışında Kürtler ve Türkler diye bir ayrım yapmış değildi. 19. yüzyılın ikinci yarısında konsolosluklar ve okullar Anadolu’ya yayılmaya başladığında onların düzenlediği raporlarda cemaatlerden söz edilirken Kürt, Türk, Arap gibi kısımlara ayrıldığı görülmektedir.

Avrupalılar koruyuculukları altında Kürtleri de bir azınlıkmış gibi ele aldılar. ….. Kürt olduğu öne sürülen halkın yaşadığı bölgelerde başta İngilizler olmak üzere Amerika ve Fransa’nın da okul açtığı görülmektedir. Örneğin Diyarbakır ve Bitlis gibi yerlerde okul açılması yalnız ekonomik nedenlerle açıklanamaz. Bu, bir rastlantı da değildir. Bütün bu çabaların sonunda Kürtler için çalışan dernekler yanında basın yoluyla da faaliyetler sürdü.

II. Meşrutiyet döneminde basın sansürünün kalkmasıyla sayıları artan gazeteler arasında iki Kürtçe gazetenin bulunması dikkat çekicidir. İstanbul’da haftalık olarak yayınlanan bu iki gazetenin birinin ismi “Kürt” adını taşımakta olup Süleymaniyeli Tevfik Bey tarafından, “Kürdistan” adını taşıyan ise Bedirhanzade Ahmet Süreyya Bey tarafından yayınlanmıştır.”


11 Mayıs 2016 Çarşamba

APOKALİPTİK TÜRKİYE

        Bu ülkede yaşamak artık çok zorlaştı. Konuşmamızdan yazılarımıza, eğlenmemizden gezmelerimize, giyimimize kendi yaşamlarımıza dair her şeye bir şekilde baskı yapılıp sansür uygulanmaya çalışılıyor.
            Öncelikle sansürün tanımını bilmek gerekiyor. Bir de bizim ülkemizde nasıl algılanması gerektiğini…
Sansür görüşlerin, kavramların kontrol altına alınmasıdır. Genellikle hükümetler tarafından kullanılır.
Sansür Türkiye’de;
Birkaç yıl öncesine kadar birilerinin “kardeşlerim, biz biriz” dediği sonra da “ne istediniz de vermedik(!)” deyip paralel ilan ettiği eski dost şimdiki düşmanın kanallarına el koymak, kayyum atamak, gazetelerinde basılacak haberlere kayyumun izin vermemesidir.
İktidarın diş geçiremediği gazetecilerin işlerinden atılmasına neden olmak, olmadı gazetecileri hapishaneye tıkmaktır!
Gazetecilerin iktidar ile uyumlu haber yapmamasından ötürü kurban olmalarıdır!
Örneğin Habertürk Ankara Temsilcisi Muharrem Sarıkaya’nın “Fasılda Eğlenen Bakanlar” haberiyle dönemin başbakanının rahatsızlığı üzerine görevden alınmasıdır! Sadece Muharrem Sarıkaya mı? Kurban olan gazetecilerden bazıları: Emin Çölaşan, Ece Temelkuran, Bekir Coşkun, Yılmaz Özdil, Serdar Akinan, Uğur Dündar ve daha niceleri.
Cumhuriyet tarihinde ilk defa polisin bir gazeteyi basarak genel yayın müdürünü gözaltına almasıdır!
Zamanın başbakanının medya patronlarını toplayıp ‘yazarlarınızın parasını siz veriyorsunuz gereğini yapın’ talimatı vermesi sonra da başbakana “sonra feryat etmeyin” diyebilecek gücü vermektir!
İktidarın, medyayı denetimi altına almak için bir yayın gurubuna Cumhuriyet tarihinin en büyük vergi cezası borcunu (4,8 milyar TL) çıkarmasıdır!
Kendi çocuklarını, tanıdıklarını sınavsız-mülakatsız işe alıp, üniversite mezunu gençleri işsizlikten intihara mecbur bırakmaktır!
Son on üç yılda yüzlerce şehit verip, şehit haberlerinin yayınlanmasını yasaklamaktır!
14 Aralıkla başlayan ve 17-25 Aralıkla devam eden yolsuzluk haberlerini çarpıtmak, yasaklamak, yolsuzluk yapan vekillerin arkasını temizlemektir. Onları ak(!)lamaktır!
Özgür medyayı susturma çabalarının 14 Aralık operasyonundan sonra en üst noktaya ulaşmasıdır!
Gezi olaylarında polisi kahraman ilan edip, 14 Aralık operasyonlarından sonra hain ilan etmektir!
Milyarlarca insanın kullandığı interneti sırf kendilerine karşı özgürce örgütleniyorlar, muhalif yazılar yazıp paylaşıyorlar diye yasaklamaktır! Bununla birlikte “internete sansür yasası” adı altında yasayı çıkarıp 7 Haziran genel seçimleri öncesinde sosyal medyada muhalif sesleri sindirip iktidarın kendisini güvence altına alma çalışmasıdır! İnternetin yargıya rağmen kontrol altına alınmaya çalışılmasıdır!
Seçim dönemlerinde, vatandaşın vergileriyle beslenen TRT’nin hükümet propagandası yapıp muhalif partilere yer vermemesi ya da onları saniyelerle göstermesidir!
Amerika ve İsrail’i rahatsız ediyor diye Banu Avar’ın TRT’deki işine son vermektir!
Dekolte giyinen spikerlerin işten atılmasına sebep olmaktır!
Defalarca belgesel, sinema ve tiyatro oyununa yasak uygulamaktır!
Tosun Paşa filmindeki Adile Naşit’in hamam kavgası sahnesini, “hamamda kadınlar müstehcen(!) görüldüğü” için göstermemektir!
“1 Erkek 1 Kadın” adlı dizinin evlilik dışı ilişkiyi meşrulaştırdı gerekçesiyle RTÜK baskısına maruz kalması ve dizideki karakterlerin evlendirilmesidir!
Dünyaca ünlü Fazıl Say’ın eserlerinin Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın (CSO) programından çıkarılmasıdır!
70 yıldır ders kitaplarında bulunan Arif Nihat Asya’ya ait “Bayrak” şiirinin bazı mısralarının kitaplardan çıkarılmasıdır!
Çukurova Üniversitesi kütüphanesinde bulunan nü tabloların kaldırılmasıdır!
Ülkenin dört bir yanında elektriğin kesilmesini önleyememek, bununla birlikte tüm dünyaya karşı kendini bile sansürleyebilme beceriksizliğini göstermektir!
Atatürk’ün adını ağzına almamak, böylesine dahi ve cesur bir liderin sayesinde bugünlere gelindiğini kabullenememek ve O’na teşekkür etmemektir!
Bu güzel vatanın kurtarıcısı ve kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e “Atatürk dinsizdi, Atatürk masondu vs.” yalan yanlış hikâyeler uydurup, Atatürk’ü yetiştirmek istedikleri “dindar nesle” vatanın kurtarıcısı değil de bölücüsü gibi göstermeye çalışmaktır. Atatürk’ü sansürlemeye çalışmaya devam etmektir.
Atatürk Orman Çiftliği’ne milyonlarca liralık israfla kaçak saray yapılması, Cumhuriyet’in ilk yıllarında kurduğu fabrikaların kapatılması ya da özelleştirme adı altında yabancılara peşkeş çekilmesi, milli bayramların eskisi gibi kutlanmaması Atatürk’ü sansürlemek değildir! Sansürlemeye de asla yetmez!

Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan ve Türkiye Cumhuriyeti Kimliğine sahip her vatandaş anayasamızca Türk sayılır. Bu yüzden asıl sansür;
Ülkeyi yönetenlerin “Türk” adına dayanamamasıdır!
Türkiyelilik kavramı ortaya atarak Türklüğü silmeye çalışmaktır!
Hesaplara göre 8500 yıllık dünyanın en eski dillerinden Türk Dili’ni bilim dili ve edebiyat açısından yetersiz görmek ve özünü inkâr ederek Türkçeyi küçük göstermeye çalışmaktır!
Türkiye’de iktidar korkusu Allah korkusunun önüne geçti. Böylelikle bu ülkede dürüst, vicdanlı, ahlaklı yaşamak sansürlendi. Neden mi? Bu topraklarda para kazanmak, hayatını idame ettirebilmek, ihale almak, işe girmek için hediye vermek(!) (rüşvet alıp vermek) meşru hale getirildi. Şanlı Türk devletinin genleriyle oynandı.
Bu ülkede artık yapılan tek şey “kötülemek” ama “yapıcı” olmamak!
Bu ülkede artık yapılan tek şey “yıkmak” ama “inşa” etmemek!
Aslında bahsettiğim tüm yapılanları tek tek sansür olarak algılamaktan ziyade Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı açılan bir savaş olarak nitelendirmek gerekiyor. Çünkü yapılan tüm bu algı operasyonları, haramı helalleştirme oyunları, son 70 yıldan beri yapılan darbeler ve dışarıdan bir gücün müdahalesiyle ülkenin başına getirilen iktidar Türkiye Cumhuriyeti’nin sansürlenmesi için elinden geleni ardına koymamaktadır.
Sansür Cumhuriyete zulmetmektir. Cumhuriyetin temiz insanlarını aşağılamaktır, hor görmektir. Cumhuriyet rejimini değiştirmeye kalkmaktır!











6 Ocak 2016 Çarşamba

ATATÜRK'E GÖRE AZINLIK KONUSU

Başbakan İnönü saat 18.00 sularında Florya Köşkü'nde Atatürk'ü ziyaret etmiş:
- Hayırdır İsmet... Habersiz geldin.
- Paşam, azınlıklar meselesi... Konuyu Meclis'e getireceğiz... Ne diyorsunuz?
- İsmet bugün geç oldu... Yarın sabah erkenden gel, konuşalım.
İnönü çıkınca Atatürk "bütün görevlileri" toplamış:
- Sadece laleler kalsın... Bahçedeki diğer bütün çiçekleri sökün, atın... Derhal.
İsmet Paşa sabah gelmiş, bahçenin "halini" görmüş ve "görevlilere" sormuş:
- Ne oldu böyle?
- Gazi Paşa Hazretleri emrettiler, söktük.
Başbakan İnönü, Cumhurbaşkanı Atatürk'ün odasına girmiş:
- Paşam, bahçenin durumu nedir?
- Azınlıkları söküp attım İsmet.
İnönü "anladım" dercesine başını öne eğmiş:
Atatürk:
- İsmet, ben "Ne Mutlu Türküm Diyene" sözünü boş yere söylemedim... Kendini Türk hisseden herkes bu vatanın öz evladı... Ben hayatta olduğum sürece bu böyle bilinsin... Ve sakın azınlıklar ile ilgili bir kanun çıkarılmasın.

TÜRKLER ORMANA NEDEN KORULUK DER?

Türkler dinlerinin gereği doğaya saygı duyardı. Onlar için ateş, hava, su ve toprak önemliydi. Fakat Türklerde önemli bir element daha vardı...