28 Aralık 2011 Çarşamba

SAKLANAN (GERÇEK) TARİH TÜRKLERLE BAŞLAR

            Tarih boyunca Türkler göçebe yaşamıştır yalan dolanlarıyla yıllarca kandırıldık. Aslında biraz okuduğumuz tarihimizi dikkatle ele alsak hiçbir sorunumuz kalmayacaktı. Başlığımdan da anlaşılacağı gibi neden “Saklanan (gerçek) Tarih Türklerle Başlar?” şimdi anlatmaya çalışayım.
            Bugün Çin Halk Cumhuriyeti’nin sınırları içerisinde yer alan, Xian şehrine 100 km uzaklıkta Qin Ling Shan dağlarında Ön-Türk uygarlıklarından birisi tarafından inşa edilmiş, etrafında irili ufaklı 100 adet piramitle beraber 300 metre yüksekliğinde Beyaz Piramit bulunmuştur. Dünyanın en büyük piramidi diye bilinen Keops 168 metre boyunda. Beyaz Piramit’in İkinci Dünya Savaşı sırasında Çin’e yarım malzemesi götüren bir C-54 uçağından çekilen fotoğrafla 1957 yılında ortaya çıktığı pek az kişi tarafından bilinmekte…
Bölge Çin Halk Cumhuriyeti tarafından yasak bölge ilan edilmiş durumda. Bu sebeple Mısır medeniyetlerinden çok ileri bir teknikle mumyalanmış olan cesetler Ön-Türkçe yazıtlar üzerinde araştırma yapmak zor olmaktadır.
            Mumyaların Türk soyuna ait olduğu ispatlandı ve piramitlerden büyük hazineler çıktı.
Çin Hükümeti tarafından piramitlerin aralığı toprakla dolduruldu ve dağ süsü verildi. Çekim yapmak, piramitlere yaklaşmak yasaklandı.
           

Daha önce de farklı konularda ele aldığım ve bahsettiğim dünyaya hükmeden şirketler ve sahiplerinden Baron de Guy Rothschild bakın Türk milleti ile ilgili hangi gerçekleri çekinmeden açıkça dile getiriyor:
“…
…En önemlisi, TÜRKLER MEDENİYETİN BEŞİĞİDİR VE KÖKENLERİ SÜMERLERE KADAR DAYANIR

Birincisi, ülke bor madenleri bakımından dünyanın en zengin ülkesidir ve bu maden dünyada yakın bir gelecekte, petrolden bile daha önemli bir hale gelecek.

İkincisi ve belki de en önemli olanı Türkler medeniyetin beşiğidir. Türkler, Milattan Önce 4.000’lerde Orta Asya’da yaşayan büyük bir felaketten sonra yaşadıkları yerleri terk edip, Mezopotamya’ya ve Rusya üzerinden Avrupa’ya gelen Aryanlar, yani dünyadaki en medeni olarak kabul ettiğimiz Ari Irk’tandırlar ve Avrupa’daki Finliler, Macarlar gibi bazı uluslar Türk kökenlidir. Ayrıca Anadolu’da büyük uygarlıklar kuran Hititler ve Asurluların da Türk kökenli olma ihtimali yüksektir.

Milattan Önce 3.500 yıllarında Mezopotamya’da yaşamış olan Sümerler ilk yazıyı bulan, toplumda adaleti sağlamak için ilk yasaları çıkaran ve mahkemeleri kuran, ilk para kullanan ve vergi toplaya, ilkokul açan ve tekerleği bulan ulustur: yani dünya medeniyetinin başlangıç noktasıdır ve soyları tarihçilerimizin araştırmalarına göre Türk kökenli insanlardır. Çünkü Sümerler o bölgenin yerli halkı değildirler; yani göçebedirler ve tarihçilerimizin araştırmalarına göre “kız” manasına gelen “kır” kelimesi, “öküz” manasına gelen “ökür” kelimesi gibi bugüne kadar çözülebilen 1000 civarında Sümerce kelime ve “Ayağını yere sıkı bas, Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır, Sel gibi silip süpürmek, Yağ gibi erimek” gibi yüzlerce atasözü bugün Türkçede kullanılmaktadır. Sümerlerin Ay Tanrısı’nın simgesi olan “Yarımay”, bugün Türk bayrağında kullanılmaktadır. Roma ve Yunan medeniyetleri Sümerlerden oldukça fazla faydalanmışlardır; mesela yapılarındaki süslemeleri ve Tanrıları Sümer tapınaklarından gelir.


Fakat biz bunu örtbas etmek için, Milattan Önce 2.000 yıllarında, yani Sümerlerden 1.500 yıl sonra başlamış olmasına ve Yunan medeniyetini, dünyadaki ilk medeniyet olarak dünyaya tanıttık. Daha da ilginç olanı, Yunanlılardan önce Mısır Medeniyeti başlamıştır; ama onlar da ancak Sümerlerden 1000 sene sonra piramitlerini yapabilecek uygarlık düzeyine gelebilmişlerdir. Mayalar ve İknalar; Sümerlerden 2000 sene sonra ziguratlarını aynı biçimde yapmışlardır.

MEDENİYETİN BEŞİĞİ OLARAK TÜRKLERİ KABUL EDEMEZDİK, BU MİRASA EL KOYMALIYDIK

Medeniyetin beşiği olarak Türkleri kabul edemezdik; tam aksine bin bir entrika ile bu kültür miraslarına el koyarak biz onları bütün dünyaya barbar, hak hukuk tanımayan bir toplum olarak tanıttık ve bunda da oldukça başarılı olduk. Sümer Kralları Urukagina ve Urnammu, çok tanrılı bir toplum kurarak, insanlar arasında adaleti sağlamak ve haksızlıkları önlemek için yasalar çıkararak, çağımız toplumlarına öncü olurlarken, bugün tek tanrılı bir toplum olan Türkiye’de bizim çalışmalarımız sonucu, fuhuş, rüşvet, hırsızlık, haksız kazanç ve gelir dağılımı aşırı düzeylerdir.

Aslında insanlar tarih kitaplarını açıp okusalar, bütün gerçeği görecekler ama insanoğlu için duyduğuna inanmak yeterlidir, okumak çok zor gelir.” demektedir.

            Görüldüğü üzere “yenidünya düzeni”, “yeni düzen” vs. şeyler adı altında dünyaya yön vermeye çalışan şirketler, kişiler Türk tarihinin yanı sıra, Dünya tarihiyle oynamaktadırlar. Nasıl ki İsrail Devleti’ni bin bir dalavereyle kurup, sahte bir Yahudi tarihi yaratmışlarsa (Hiksosların tarihini kendilerine uyarlayarak), şimdi de gerçek tarihi gizlemektedirler.
Türk Piramitleri dünyaya duyurulduğunda tarih yeniden yazılacaktır. Bu yüzdendir ki tarihimize sahip çıkmak durumundayız. Bunca zamandır kandırılan başta Türkler olmak üzere tüm dünya yeni bir başlangıç yapmak için elinden geleni yapmalıdır.

27 Aralık 2011 Salı

YÖNETİM BİÇİMLERİ VE TÜRKİYE

SOSYALİZM
Eğer iki ineğiniz varsa birini komşuya verirsiniz.

 KOMUNİZM
Eğer iki ineğiniz varsa devlet ikisini de alır, size süt verir.

 FAŞİZM
Eğer iki ineğiniz varsa devlet ikisini de alır ve size süt satar.

 NAZİZM
Eğer iki ineğiniz varsa devlet ikisini de alır, sizi de kurşuna dizer.

 TEOKRASİ
Eğer iki ineğiniz varsa devlet ikisini de alır, siz süt duasına çıkarsınız.

 BÜROKRASİ
Eğer iki ineğiniz varsa devlet ikisini de alır; birini öldürür, sütü satar, kovayı da devirir.

 DEMOKRASİ
Eğer iki ineğiniz varsa ikisi de greve gider.

 TÜRKİYE’DE
Eğer iki ineğiniz varsa devlet ikisini de alır, sonra sizi dört inek devlete borçlandırır.


11 Aralık 2011 Pazar

YAHUDİLER HAKKINDA İDDİALAR

 YAHUDİ YAZAR ARTHUR KOESLER
            “Yahudi diye bilinen ırk, Rusya’dan gelen göçebe bir halktı. Dünyada 1,5 milyon gerçek Yahudi vardır. Geri kalanların İsrail ile hiçbir alakaları yoktur. Eski Ahit’i de, İncil’i de Levi’ler yazdı” demiştir.

YUNAN TARİHÇİ HEREDOT
            Mısır tarihinde, kitle göçü diye bir olay olmadığını ve Yahudilerin Mısır’da yaşamadıklarını söylemişti.

MISIRLI TARİHÇİ MİNETTO
            Mısır tarihinde kesinlikle Yahudi diye bir ırkın olmadığını, bu ırka mensup bir tane dahi mezar veya yazıt olmadığını, Mısır arşivlerinde Yahudilerle alakalı bir bilginin olmadığını belirtmektedir. Mısır Krallığı arşivciliğe ve belgelere çok önem verirdi. Mısır tarihinde hiç Yahudilerden bahsedilmemiş olması, Yahudilerin tarihi yanılttıklarının kanıtıdır demiştir.

ALMAN YAZAR DR. ERICH BROMME
            Babil’de esir düşen Yahudilerin hiç geri dönmediklerini belirtmiştir. Yahudilerin düzgün bir tarihi olmadığı için, Babil’deki esaretlerini Mısır tarihine uyarlayarak değiştirmişlerdir. Babil’de bulunan ünlü kişilerin isimlerini Mısır’daki isimlerle değiştirip kendilerine yapay bir tarih yarattıklarını belirtmiştir.

MISIRLI EJİPTOLOG MUSTAFA GADALLA
            Tevrat’ta ve Eski Ahit’te adı geçen şahısların ve tarihlerin, gerçekleri ile alakası olmadığını ve uydurulmuş düzmece bir senaryo olduğunu belirtmiştir.
            Davut’un Sion Yıldızı, aslında Mısırlıların devlet mührü olduğunu dile getirmiştir. Yahudilerin sembollere önem verme geleneğinin Babil esaretinde oluştuğunu, fakat Babil’de yaşarlarkenhiç alakaları olmayan Mısır tarihini ve sembollerini kendilerine mal ettiklerini söylemiştir.

TEL AVİV ÜNİVERSİTESİ YAHUDİ ASILLI PROF. ZE’EV HERZOG
            İsraillilerin hiç Mısır’da bulunmadıklarını ve buna dair hiçbir iz bulunamadığını belirtmiştir. Yahudilerin, M.Ö 3000 den beri Musevi olduğu ise, tarihi bir saptırma olduğunu, aslında Yahudilerin ancak M.Ö 700 yıllarında Museviliği benimsediklerini, o tarihe kadar putperest olduklarını ve canlı canlı çocuk yakarak kurban ettiklerini belirtmiştir.
            Üstelik Yahudilerin Mısır’dan kaçtıklarını ileri sürdükleri tarihte,  Filistin bölgesi zaten Mısırlıların toprakları idi. Demişti.

YAHUDİ ARAŞTIRMACI İSRAEL FİNKELSTENİN
            Yahudilerin Mısır’da hiç bulunmadığını ve Yahudilerin sadece Kenanlı göçebeler olduğunu tespit etmiştir.

YAHUDİ TARİHÇİ JOSEPHUS
            İsrailliler, Mısır’da hiç bulunmadı. Mısır’da bulunanlar Yahudi değil, Hiksoslardı diye yazmıştı.

TORONTO ÜNİVERSİTESİ DONALD P. REDFORD
            Tora ve Eski Ahit’te yazılan göç hikâyesi    (exodus), aslında Mısır devlet düzenine uymayan ve Mısır’dan kovulan Hiksoslar’ın tarihidir. Hiksoslar, Yahudi değildi. Yahudiler hiç Mısır’da bulunmamışlardır. Hiksoslar’ın tarihini ve hikâyelerini, kendilerine mal etmişleridir. Yahudiler Babil Kralı Nabukadnezar tarafından esir alınıp Babil’e götürülmüşlerdi. Uzun yıllar sonra, Babil’den sürülen Yahudilerin sürgün hikâyesi, Mısır’dan kaçış hikâyesine dönmüştür.  Sonra düşmanları olan Firavun Ahmose’nin adını “Musa” olarak değiştirmişlerdir.        
Tarihçi Dawn Breaster; Mısır’da Mermose diye bir isyancının peşine insanları katarak Habeşistan’a götürdüğünü söyler.

PAULUSYEN TARİKATI (ANADOLU HRİSTİYAN GNOSTİZMİ)
            Eski Ahit’in, Yahova’ya tapan hırsız ve hilekar bir ırk tarafından yazıldığını ve tamamen aldatmaca olduğuna inanıyorlardı. Paulusyenlere göre Yahudiler, hırsız ve serseri bir ırktı. Onları Orta Doğu’da dolaşan, evsiz barksız Çingene sürüsü olarak nitelendiriyorlardı.
Paulusyenlere göre dünyaya gelen tüm peygamberlerin, Yahudiler tarafından katledildiği bir gerçekti.
Paulusyenlere göre Esseniler, Sümer’den gelen rahiplerdi, kesinlikle Yahudi değildi.
Paulusyenlere göre Yahudi soyundan, hiçbir peygamber çıkmamıştır. Yahudiler, Hz. İbrahim ve Hz. Musa’yı kendi soylarından olduklarını söylemelerine rağmen inanmazlardı. Paulusyenler bu konu ile ilgili olarak, Kur’an ayetlerini araştırmış ve Müslüman âlimler ile fikir birliği yapmışlardı.   

İNGİLİZ YAZAR DAVID ICKE
            Babil esareti sırasında Babil’deki sürgünler, İbrani değil Levilerdi. Eski Ahit Levilerin uydurmasıdır. Exodus hikâyesi, Mısır gizem okullarından çalınan bir kılıftır. Yahudiler tarihi yanılmak ile Tevrat’ta bahsedilen “vaat edilmiş topraklar”ın yerini değiştirme çabası içindedirler. Çünkü bahsedilen topraklar Arabistan çölleridir.

ARAŞTIRMACI SMYRNİAN BARTUNYUS (CAZY SMYRNE)
            Orta Doğu’da Yahudi diye bir ırk yoktur. Yahudiler, Yemen’den göç eden Kenanlılardır. Kenan diyarından da Filistin’e göç eden bir grup Yahudi, savaşmak zorunda kaldıkları Babilliler’e esir düşmüş ve Babil’e götürülmüşlerdi. Yani Yahudiler, Filistin’de yaşama fırsatı bulamadılar bile. Babil’e götürülen Yahudiler hiç geri dönmediler. Mısır’dan kaçan Hiksoslar Filistin diyarına yerleştiler. Babil Krallığı’nın güç kaybetmesi ve bölgede iktidar boşluğuna sebep olması nedeni ile, Hiksoslar’ın Filistin’e girmesi ve yaşamasına sebep olmuştur. Mısır’dan kaçan halk, Hiksoslar ( isyancı Mısırlılar) olup kesinlikle Yahudi değildir.
            İlerleyen zaman içinde, Mısır’dan kaçıp Filistin’de yaşamlarını sürdüren Hiksos halkının içine Kenan diyarından gelmeye devam eden Yahudiler karışmıştır. Filistin topraklarında Hiksoslarla yaşamlarını sürdüren Yahudiler, uzun yıllar sonra Hiksosların tarihini kendilerine mal ettiler. Tevrat inancına sahip olan Yahudiler, Mısır soyundan olan Hz. İsa’yı hiç kabul etmediler. Yahudilerin düşüncesi kendi soylarından gelecek olan bir peygamberin kral olması idi. Kral olabilmesi ihtimali ile Hz. İsa’yı katlettiler. Ve bu hayal ile Filistin topraklarında birçok ayaklanma gerçekleştiren Yahudiler, Roma İmparatorluğu tarafından dünyanın birçok yerine sürülmüştür. Roma İmparatorluğu Filistin ve Kudüs’te bir tane bile Yahudi bırakmamıştır. Tarih bunu doğrulamaktadır. Filistin topraklarında yine Hiksoslar yaşamaya devam etmişlerdir. Fakat Yahudiler, Filistin’den sürüldüklerinde Hiksosların tarihini kendilerine mal etmişlerdi bile.
Uydurulan Eski Ahit, Kabala, Tora ve yalan tarihleri ile Avrupa ve dünyanın birçok yerine dağılan Yahudiler, tekrar Filistin’e geri dönme hayalleri ile yüzlerce yıl yaşamışlardır. Yahudi bilginleri, bu gizli ve sahte tarihi yeni gelen nesillerine öğrettiler. Çünkü Filistin topraklarına geri dönmenin tek açıklanabilir sebebi, sahte Ahit’deki “vaat edilmiş topraklar” hikayesine sıkı sıkı sarılmaktı. Yahudilerin gerçek toprakları Arap Yarımadası’ndaki çöllerdir, yani Kenan Bölgesi. Kenan Bölgesi’ne de Yemen’den göç etmişlerdir. Yahudilerin Filistin’de ve Orta Doğu’da hiçbir hakkı yoktur. Şu an Filistin toprakları Filistinlilerindir, kendi topraklarıdır ve haklarıdır. Hiksoslar diye bilinen Mısır kaçaklarının torunları ise, bugün Filistin, Suriye, Ürdün, Lübnan bölgelerinde yaşamaktadır.       

Meşhur İsrail’in tarihi budur işte! Benim, ya da herhangi bir kişinin söylediği sözler değil bu yazılanlar. Dünyanın çok önemli üniversitelerinde kürsüsü bulunan kişilerin, araştırmacıların, yazarların yıllarını verip araştırdıkları inkâr edilemeyecek gerçeklerdir. Fakat ne hikmetse hiç kimse de çıkıp özellikle Orta doğu’da yaşayanlar, Araplar olmak üzere seslerini çıkaramıyorlar. Düzmece bir tarihlerinin olduğu, dünya nüfusuna oranlarsak bir avuç insan nasıl oluyor da tüm hükümetleri, devletleri ürkütüp, korkutup susturabiliyor.
Şu meşhur Armagedon Savaşı’nı Türkiye ile yapacak olan İsrail’e söyleyecek son sözüm:

BEKLENEN ZAMAN GELECEKTİR EY İSRAİL!
BİZ İSTERSEK; ATEŞİ KÜL, DİKENİ GÜL, GECEYİ GÜN EDERİZ.
BİZ İSTERSEK; BAŞI BEDENDEN, KALBİ YERİNDEN, AĞACI KÖKÜNDEN SÖKERİZ.
BİZ İSTERSEK; MESKENİ ÂLEM, ALEMİ KRAL, KRALI SOYTARI EDERİZ.
BİZ İSTERSEK; ZAMANI ALIR, GÜNEŞİ BATIRIR, KIYAMETİ KOPARIR GİDERİZ.
BİZ KİM MİYİZ? 100’LERCE ASIR DÜNYAYA HÜKMETMİŞ ECDADIN TORUNLARIYIZ












8 Aralık 2011 Perşembe

YÖNETİM DERSLERİ

YÖNETİM DERSLERİ -1-
Bir gün bir tavşan ağacın tepesinde oturan papağana sordu: “ben de senin gibi tüm gün boş boş oturabilir miyim?” dedi.
Papağan: tabi neden olmasın.
Sonra bir kaplan çıktı ve tavşanı yedi.
Buradan çıkarılacak sonuç; boş boş oturmak için çok yüksekte oturuyor olmanız gerek.

YÖNETİM DERSLERİ -2-
Bir gün hindinin biri, bir ağacın en üstüne çıkmak istedi ve bir inekle karşılaştı. İneğe ağacın tepesine çıkmak istediğini ama hiç gücünün olmadığını söyledi. İnek de neden benim dışkımdan yemiyorsun diyerek hindiye böyle güçlenebileceğini söyledi. Hindi dışkıdan yedi ilk gün birinci dala, ikinci gün ikinci dala ve en sonunda ağacın tepesine ulaştı. Aniden bir avcı hindiyi fark etti ve onu vurdu.
Buradan çıkarılacak sonuç; affedersiniz  ama bok yemek sizi en üste çıkartabilir, fakat hep orda kalmanızı sağlayamaz.

YÖNETİM DERSLERİ -3-
Vücut ilk kez bina edildiğinde hangi organın müdür olacağı tartışması başlamış. Beyin, vücudun bütün işlevlerinin kendisine bağlı olduğunu, o olmazsa vücudun yaşayamayacağını söylemiş. Ağız, yemek yemezse vücudun açlıktan öleceğini söylemiş. Eller, dışarıdaki bütün işi yapanın kendisi olduğun söylemiş. Birden döt ortaya atlamış ve kendisinin müdür olması gerektiğini söylemiş. Bütün organlar ona gülmüş. Buna kızan döt tüm faaliyetlerini durdurmuş. Bir gün, iki gün derken organlar artık dayanamamışlar. Ve döt müdür  olmuş.
Buradan çıkarılacak sonuç; müdür olmak için beyne sahip olmanız gerekmiyor. Herhangi bir “göt “ bunu yapabilir.

4 Kasım 2011 Cuma

BÜYÜK İSRAİL KRALLIĞININ KURAN PARA BABALARI -FEDERAL REZERV- ABD DOLARININ SIRRI

    Dünya insanlarını goyim kendilerini Efendi gören bu kabbalistik düşünürler, güç ve mevki hırsının çok daha ilerisinde kendi Tanrılarının sözde ilahi emrini yerine getirmek için nesiller boyu gizli çalışan bir grubun içerisinden çıkmıştır. Bu grubu, tarih boyunca karmakarışık olmuş sözde ırkları değil, 'tanrı tarafından seçilmiş', 'üstün', 'vazifelendirilmiş', olduklarına dair kendi doğmatik şeytansı inançları temsil etmektedir. Gerçi belirgin olarak hiçbir ırktan söz edilemez, fakat eğer edilebilseydi bu hiç kuşkusuz sadece Hazar Türkleri olabilirdi.
Bu grubun neredeyse yüzde 90'ını oluşturan ve bugün hakimiyeti elinde tutan kesimin (Eşkenazilerin) temelinde 650 yılından 1016 yılına kadar büyük bir imparatorluk olan Hazar Türkleri yatmaktadır... Şimdi hayali ırk konusunu bırakıp zihniyete gelelim; Efendiler'in içinden çıktığı grup daha ilk zamanlardan itibaren ticari hayata, kısaca paraya hakim olma gereğini vazgeçilmez şart olarak kavramış ve kendi inandıkları kutsal kitaplarında vaaz etmişlerdir. Böylece milletleri 'soymayı', onların' sütlerini emmeyi', milletlere borç vermeyi, ama kendilerinin asla almamaları gerektiğini, yüzlerce kez ilahi öğreti olarak inanırlarının hafızalarına nakşetmişlerdir.

Son iki yüzyıla baktığımızda ilk göze çarpan isim ROTHSCHİLD ailesidir (EŞKENAZİ). , Diğer efendiler; ROCKEFELLER, MORGAN, WARBURG, ALDRİCH, ASTOR, BUNDY, COLLİNS, DUPONT, Lİ, ONASİS, KRUPP, REYNOLDS...

    Uluslararası Efendilerin'in gerçek kimliği bilinmediğinden ya da çok az kişi tarafından bilindiğinden, sömürücü, köleleştirici güç olarak karşımızda A.B.D. görülmektedir. Oysa Efendiler (!), A.B.D.'ye de hakimdirler. A.B.D.'de adeta iki hükümet var gibidir. Görüneni, Washington merkezli olanıdır. Görünmeyen ama asıl A.B.D.'yi yöneten ise New York başkentli olan Efendiler'in görünmez hükümetidir. Görünen A.B.D., yoksulu, işsizi, evsizi, uyuşturucu bağımlısı, düşük okuma oranı ve borçlarıyla, diğer ülkeler gibidir. A.B.D.'nin kendine ait resmi bir Merkez Bankası bile yoktur. "Federal Rezerv" adıyla, birkaç Efendi bankerin oluşturduğu özel bir kuruluş, Amerika ekonomisine hakim olup, Merkez Bankası gibi para piyasalarına yön vermekte, istediği zaman 'enflasyon' ya da 'deflasyon' yaratabilmektedir. Dış ilişkilerde hükümetten daha da etkilidir. Amerikalıların altınlarına karşılık olarak verilen, "para" olmayan sadece ödeme sözü olan (sonradan o da kaldırılan) "Federal Rezerv Alındısı = Federal Rezerv Note)" bugün hala dolarların üzerinde bulunmaktadır ve bu kağıtlar, sahiplerinin hiçbir merciden hiçbir şey talep edemeyecekleri hayali paralardır. Birkaç Efendi bankerin bir araya gelerek kurduğu özel banka olan Federal Rezerv, Kongreden geçirilen bir kanunla A.B.D.'nin parasını basma yetkisine sahiptir. Bu ayrıcalık, A.B.D.'yi, diğer devletler içinde en borçlu ülke durumuna getirmiştir. Şu anki borcu 7 trilyon dolar civarındadır. Paranın sahibi olan Efendiler'in ekonomide ve siyasette ipleri elinde bulundurabilmesinin en önemli aracı Federal Rezerv olduğu gibi, tüm bunları yaparken gizli kalabilmesinin en önemli aracı da zenginliğini hem halktan hem de vergi memurlarından sakladığı Vakıflarıdır.'
    
    4 Haziran 1963'te Başkan Kennedy, Hazine Bakanlığı'na, gümüş karşılığında para basma yetkisi tanımış ve üzerinde "United Dolar Note" yazılı, 4 trilyon dolara yakın A.B.D. doları piyasaya sürülmüştür. Fakat 22 Kasım 1963'te Kennedy öldürülmüş ve bastırılan dolarlar da piyasadan çekilmiştir. Böylece, gelecek yeni başkanlara gereken uyarı da yapılmıştır.
Kendini Tanrının oğlu kabul eden Efendiler, kutsal saydıkları kitapları Tevrat / Kitabı Mukaddes'ten ilham alarak; dünyayı köleleştirerek, tek amacı olan Tek Dünya Devleti'ni kurma projesini adeta bir doların üzerine simgelerle şifrelemiştir. (Bunlar aynı zamanda masonik simgelerdir) Çeşitli belgelerden Bir Doları incelersek şunları görürüz: Doların ön yüzünde, en tepede Federal Rezerv Note yazmaktadır. Federal Rezerv'in Senedi anlamındadır. Yani, Altın ve gümüş olarak karşılığı olmayan "sanal kağıt" demektir. Bir Doların arka yüzünde ortadaki In God We Trust yazısı, güvendikleri tanrılarının para olduğunu göstermektedir. Solda görülen dairenin zemininde, amaçlarını anlatan dünya haritası vardır. Dairenin içinde, Yakup'un yani İsrail'in 12 oğlunu (İsrail oğulları, 12 Sıpt'ı) temsil eden 12 katlı piramit vardır.
Piramidin tepesindeki ışıklı üçgenin içindeki "Her şeyi gören göz"le (yani Yehova/Yahve) birlikte 13 etmektedir.
Bu 12 oğul (Sıpt) ve babaları Yakup'u temsil eder. 13 Kabalistik ebcet hesabına göre de sevginin birliği, İsrail'in Birliği demektir. Fakat daha Tek Dünya Devletlerini kuramadıkları için piramit bütün değildir. 12 katlı piramit ile göz kısmının arası şimdilik açıktır. Aşağıya doğru genişleyen piramit, yukarıdaki seçilmiş Elit azınlığın, alttaki sürü çoğunluğu idare ettiğinin ifadesidir. Her şeyi gören gözün üstündeki yazı: ANNUİT COEPTİS yani "Başlanmışın Tamamlanması" demektir. Bu şifre ile de Tevrat'ta başlanan işin tamamlanması anlatılmaktadır. Bu da üç semavi dinin babası saydıkları "İbrahim ve zürriyetine" sözde dünyayı miras olarak vermesi hikayesidir. Efendilerin bu hedefini zaten anayasaları gibi olan "Siyonist liderlerin Protokolleri" adlı kitabında, diğer yapmak istedikleriyle birlikte açıklamaktadır. Bu kitabın 98. sayfasında, bu tamamlanma şöyle anlatılır.
"Siyon yılanı dünyayı çevreleyerek yutmuştur. Yılanın başı ulusların kalplerine girecek ve onları çürütüp yok edecektir. Siyon' dan yani Kudüs'ten harekete başlayan yılan, zaferle zincirini tamamlayacak, sonra yine oraya dönecektir. Başladığı yere dönmeden önceki son hedef de İstanbul'dur..."4 Piramidin altında NOVİS ORDO SECLORUM yazar. Anlamı, Çağların Yeni Düzeni yani Yeni Dünya Düzeni yani Tek Dünya Devleti demektir. Bugün dünyada uygulanan düzen, yüzyıl önce doların üstüne şifrelenmiştir. Piramidin en altındaki rakamlar (MDCCLXXVI) 1776 tarihini gösterir. Bu tarih "İlluminati"nin kuruluş tarihidir. İlluminati "Aydınlanmışlar" anlamındadır ve Efendiler denilen süper zenginlerin yönettiği bir dünya komplosudur. (1772 yılında Vilhelm-Bader Kongresinde masonlar İlluminatlarla birleştiklerinden, bu tarih masonlar için de önemlidir)5 Bir doların sağ tarafındaki daire içinde üst kısımda, simetrik olarak birbirine geçmiş iki eşkenar üçgenden oluşan 6 köşeli Davut Yıldızı vardır (Süleyman mührü diyenler de vardır).
Bu yıldızın içindeki 13 yıldız, 12 oğul ve babaları Yakup'u yani İsrail'i simgeler. (Hıristiyanlar da bunu kendilerine yontup, İsa ve 12 havarisi demektedirler). Tevrat'tan biliniyor ki, Yakup (hâşâ) Allah'la güreşmiş ve yenişememeleri üzerine adı İsrail olarak değiştirilmiştir. İsrail kelimesinin gizli anlamı: Allah'ın yenemediği demektir.
Yahudi tasavvufuna yani Kabalasına göre, İsrail’in Allah’ı Yakup'tur. İsa'nın "Göklerdeki baba ile ben birim" demesi, öldürülmesine neden olmuştur. İsa'nın bu iddiası, Yahudilerce, Yakup'u tahtan indirme olarak algılanmıştır. Davut Yıldızının altındaki kartalın sol elindeki dalda aynı 13'lü simge görülmektedir. Kartalın ağzındaki E PLURIBUS UNUM yazısı da "Birçokları arasında bir tane" demektir ki, Tevrat'ta kullanılan "Seçilmişlik, Allahoğlu" ayrıcalığının simgelenmesidir. Kartalın gövdesindeki 7 dikey çizgi, "kutsal şamdanı" (7 kiliseyi: Efes, İzmir, Bergama, Tiyatira, Sardes ve Leodikya)simgeler. Bilindiği gibi Elit'in kendisine mal ettiği diğer ayrıcalıklar, kendilerinin "Tanrıoğlu, üstün ve görevlendirilmiş" olduklarını sanmalarıdır.

29 Ekim 2011 Cumartesi

BİR ÜLKE NASIL PARÇALANIR?

    Bir Ülke Nasıl Parçalanır?.. Bir ülke çeşitli yollardan parçalanır.
    Eğer sistemli bir planınız varsa, bu planı dikkatle uygularsanız o ülke parçalanır, insanları da bunu fark etmez bile. Sonra da basit bir bahane ile o ülke kimsenin akıl erdiremediği biçimde parçalanır.
 Ekonomik Parçalanma:
     Bir ülkeyi içinden parçalamanın en etkili yollarından birisi budur. Geçinmek için emeğinden başka bir şeyi olmayanlar her gün biraz daha fakirleşirler, bu durumun yarattığı umutsuzluk içine sürüklenirler. İş yapmak isteyen üreticiler, sanayiciler eğer dürüst çalışırlarsa kazanamadıklarını anlarlar. Buna karşın dalavereciler, üçkâğıtçılar, her konunun hilesiyle kazanç peşinde koşanlar hep ''kazananlar'' olursa, işte o zaman o ülkede ekonomik parçalanma gerçekleşir. Bu konuda etkin olan ''az kazanan-çok kazanan'' ayrımı değildir, ''haklı olup kazanamayan-haksız olup kazanan'' ayrımıdır. Dürüst olanlar kendini aptal yerine konmuş sayarlar, dürüst olmayanlar ise toplumca ''akıllı, iş bilir'' sayılır. İşte artık o toplum ekonomi ahlakı bakımından ''parçalanmıştır'' . İnsanları birbirine güvenmez olur, birbirini sevmez olur.
 Kültürel Parçalanma:
     Ülke yerel kültürünü koruyarak ulusal kültüre ulaşma yolundadır. Bu yolda giderken evrensel kültürün insanı geliştiren özelliklerini de kazanmaya çalışır. Ülke tam da bu yolda ilerlerken dışardan müdahale edilerek küresel kültürün saldırısına uğratılır. Anadilin yerine yabancı bir dil önem kazanır. Müzik kültürü, sinema, televizyon filmleri, diziler, moda yoluyla küresel kültür egemen olur. Ulusal kültür gözden düşer, geride kalmış,
eskimiş sayılır. Kuşaklar arasında büyük bir uçurum yaratılır. Buna ''geliştirici değişim'' denilir ve kimsenin farkına varamadığı bir ''kültürel parçalanma'' gerçekleşmiş olur. Öyle ki artık dükkânların adlarından dergilerin adına kadar her şey yabancı dilden alınır. Toplum özüne yabancılaştırılır. İnanç parçalanması: Tarih boyunca
ülkelerin parçalanmasında en etkili yollardan birisidir...
    Şimdi ülkemize baktığımızda git gide parçalanıyor muyuz? Yoksa bütünleşiyor muyuz? 
    Ekonomimiz bitmiş durumda. Dışa bağımlı bir hale gelmiş bulunmaktayız. Kendi petrolümüzü çıkaramıyoruz, bor madenlerimize ve bir çok madenlerimizi işleyemiyoruz. IMF belasında bir türlü kurtulamıyoruz.
    Kültürel açıdan evlilik programları, magazin programları, özellikle diziler bizi birbirimize ötekileştiriyor. Gelenek-göreneklerimizi, adetlerimizi,örfümüzü unutturulmak üzereyiz. Aile bağları kopmuş durumda, anneler dizi izleyerek, babalar maç izleyerek çocuklarından bir haber yaşıyorlar. Özellikle kızlar açısından bakıldığında "namus" kavramı artık o kadar da önemli değil. Umarım ne demek istediğim anlaşılıyordur. İstedim ve yaşıyorum mantığında olan hiç kimseden bir fayda beklenemez. Kendisine faydası olmaz ki, devletine milletine olsun! Artık televizyonlarımız yararlı, bilgi verecek program sayısı elle sayılacak kadar kalmış durumda. Yayın saatleri herkesin uyuduğu vakitte!
    Türk-Kürt kavgası çıkararak bizi etnik açıdan bölmeye çalışıyorlar. Görülüyor ki hayli yol almış durumdalar.  Bu ülke için canını vermiş kardeşlerimize Türk düşmanlığını aşılıyorlar. Şöyle birazcık mantık çerçevesinde davranılıp düşünülse yüzyıllardır birlikte yaşayan bu topluluk ne oluyor da son otuz yılda bu denli birbirine düşüyor? ( Ayrıca Kürtlerin kökenine baktığımızda çok büyük bir olasılıkla Türk soyundan geldiğini düşünülüyor. bu konuyu ilerleyen zamanlarda yazacağım.)
    Velhasıl Türkiye Cumhuriyeti her yerden kıskaç altına alınmaya çalışılıyor ve sıra artık yavaş yavaş bize geliyor. Mısır, Libya, Ürdün, Suriye, Irak vs. son olarak İran ve en sona Türkiye. Sırada İran var sonrasında da biz. Hiçbir provokasyona gelmemeli tek yürek olarak emin adımlarla yolumuzda ilerlemeliyiz.


TÜRKİYE'NİN PETROLÜ ÜZERİNE...

   Ülkemiz bir petrol denizi üzerinde yüzüyor. Fakat kendi petrolümüzü çıkaramıyoruz. Neden mi? Şimdi size neden  kendi petrolümüze dokunamadığımızı ve ne denli kaliteli petrole sahip olduğumuzu yazacağım.


    Cumhur Asparuk Paşa, geçtiğimiz yıllarda meclisin açılışı münasebetiyle verilen davette gazetecilere: "Bırakın Afanistan'ı, Türkiye'ye bakalım. Size; '6000 metre derinlerde, dünyanın en zengin petrol yataklarıma sahibiz' desem, inanır mısınız?" şeklinde bir cevap vermişti. İşin aslı şu; Paşa'ya Hindistan'da bulunan bir uzay üssünde, yüksek rütbeli bir Amerikalı subay; "Biz uydu ile araştırma yaptık, Türkiye'de çok zengin petrol yatakları var. Fakat 5-6 bin metre derinde" diyor. 
Fakat ülkemizde petrol aramacılığı tek kelimeyle felâket. Her geçen gün daha da kötüye gidiyor. Oysa ki bu konuda Atatürk'ün emri var. Ekonomik bağımsızlığımızın temini için, süratle petrolümüzü bulup işletmemizi emrediyor. Nitekim onun zamanında, bu işe dört elle sanrılınmış. 1934 yılında Trakya'da / Mürefte'de doğalgaz bulunuyor. O gün açılan kuyulardan çevredeki fabrikalar bugün bile faydalanıyorlar. 1926 yılında 792 sayılı Petrol Kanunu çıkarılıyor. 1933 yılında "Petrol Arama ve İşletme İdaresi" kuruluyor. 1935 yılında da MTA kuruluyor. O devirde ciddi gayretler var.Türkiye'de 1953-54 yılları, petrol açısından dönüm yıllandır. İran'da Musaddık var. Petrolü millileştiriyor. Amerika, Türkiye'ye bir nevi çıkarma yapıyor. Aynı yıl, üç önemli kanun çıkarılıyor. Konsül'ün Türkiye'ye ciddi olarak yüklendiği yıldır bu yıl. Tabii o zamanki durumu, bugünkü durumla karşılaştırmamak gerek. Bugün, Türk Devleti'ni ve ulusunu tamamen yok etmek üzere saldırıyorlar. 1954 yılını petrol açısından dönüm noktası yazmamamın nedeni; 1954 yılında 6326 sayı ile kabul edilen petrol kanunu, Türkiye'de petrol çıkarmak için değil, Petrol çıkarmamak için çıkarılmış bir kanun. Bu kanunun satır aralarına konan maddelerle, Türkiye'nin kuzeydoğusunda petrol aranması yasak ediliyor ve bir de her petrol şirketine, bir yılda sadece on delik açma izni veriliyor.
Millî şirket Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı da dahil bu kısıtlama ve yasaklara...

    Atatürk'ün emrinin tam aksine, petrol kanununu biz ABD kökenli Konsül Max Ball'a yaptırıyoruz ve bunu TBMM'de kabul ediyoruz ve kendimize, kendi ülkemizde petrol aramayı yasaklıyoruz. Bu tarihlerde Rahşan Ecevit de bir büyük petrol şirketinin hukuk bürosunda çalışıyor. O tarihten sonra da Bülent Ecevit'in bahtı açılıyor, yıldızı parlıyor. Önce 1954 yılında sonra 1957 yılında iki kez burslarla Amerika'ya gidiyor. Sonrasında; Çalışma Bakanlığı, CHP Başkanlığı, Başbakanlık. 'Kurtar Bizi Karaoğlan.' Ve akabinde de inanılmaz kölelik kanunlarının çıkartıldığı 57. Hükümetin Başkanlığı.
    Petrol Kuzeydoğu Anadolu'da neredeyse yüzeyde akıyor. Bu bölge Hazar ve Kafkas petrollerinin uzantısı. Türk ulusuna bu bölgeden yıllarca petrol aramak kanunla yasak edilmiş. Bu utanç verici, haince uygulama, ne yazık ki 1980 yılına kadar sürdürülmüş. 1980 sonrası, Enerji Bakanı olan Serbülent Bingöl’e telkin edilmek suretiyle, bu yasaklar petrol kanunundan çıkanlmıştır.
    1980'e kadar bir şey yapılmadığını zannetmeyin.
27 Mayıs Devrimi idaresi, çok önemli işler yaptı. Bunlardan bir tanesi, o meşhur demokrat Anayasadır. "Türkiye Cumhuriyeti Devleti sosyal bir hukuk devletidir." sözü vb. Kanun Komisyonu Başkanlığı da dahil birçok önemli görevleri üstlenmiş olan İhsan Güven'in petrol konusunda çok büyük hizmetleri var. İhsan Güven bir heyet hazırlayıp Amerika'ya göndermiştir. Heyetin görevi, derine yani 5-6 bin metreye inebilecek sondaj makinaları satın almak. Bütün uğraşılara rağmen ABD Konsülü bu makinaların satışına izin vermiyor. Bu kez aynı heyet, aynı gaye için Sovyetler'e gönderiliyor. 10 makina için anlaşmaya vanlıyor. Makinalardan birisi geliyor. 27 Mayıs idaresinin görevden ayrılmasından sonra ise, diğer 9 makinanın gelmesi durduruluyor. Gerekçe, 'makinaların solcu olması'. Aklınız alabiliyor mu? Makinalar solcuymuş! Şimdi TPAO'nun elinde olan tek derin sondaj makinası bu. Tabii o da hâlâ iş görebilir durumda ise.
6326 sayılı Petrol Kanunu, 6327 sayılı kanunla kurulan TPAO'nun daha başlangıçta elini kolunu bağlamıştı. Hani şu senede 10 delik sınırlaması ve Kuzeydoğu Anadolu'da petrol arama yasaklamasından söz ediyorum.
    
Hemen hemen  22-25 yabancı şirketin Türkiye’de petrol arama imtiyazı var. Bunlar sahaların imtiyazını almışlar, ama hiçbir jeolojik, jeofizik araştırma yapmamışlardır. , Konsül'ün dikte ettirdiği politikalar sonucu artık bugün TPAO'yu mevta olarak kabul edebiliriz.
TPAO'ya hep sekte vurulmuştur. en verimli petrol bölgesi olan Adıyaman'da TPAO'nun arazi arabaları satılığa çıkarılıyor, öte yandan bütçesi sıfırlanıyor ve artık TPAO, Konsül'ün büyük şirketlerinin ibrik taşıyıcısı durumuna getiriliyor. Şimdi isze bazı küçük ama öenmli bilgiler;
TPAO'nun kurulduğu günden bugüne kadar açtığı kuyu sayısı, kimilerine göre 2000, kimilerine göre 1600. Düşünün, tam 48 yılda sadece bu kadar. Simde size ABD'nin bir yılda açtığı kuyu sayısını söyleyeyim. 80.000. Sadece bir yılda açılan kuyu sayısı bu! TPAO'nun açtığı bu kuyuların sadece bir kısmı arama sondajı. Diğer bir kısmı başka maksatlarla açılmış.TPAO'nun kurulduğu günden bu yana, ürettiği petrol aşağı yukan 50 milyon ton. Şimdi ben size; Türkiye yılda 28-29 milyon ton petrol tüketiyor desem, bu 50 milyon ton petrol Türkiye'nin iki yıllık ihtiyacını bile karşılamaz. Kaba hesap 50 yıl, 50 milyon ton. Buna üretim mi dersiniz? Türkiye’nin yıllık petrol üretimi son rakamlara göre aşağı yukarı 3.5 milyon ton. Bir önceki TPAO yönetim kurulu başkanının ifadesine göre TPAO'nun 120 milyon dolar olan bütçesi 30-40 milyon dolara indirilmiş durumda. Takdir edersiniz ki böyle bir dramatik kısıntı, kurumu felç etmeye yeter. Bir normal sondajın masrafının 2 milyon dolar olduğu göz önüne alınırsa...
Şimdi TPAO'nun zaman içinde tedricî felç oluşunu, yurt içi yatırımlarındaki rakamlara baktığımızda da görebiliyoruz. Örneğin, 1992 yılında 182 milyon dolar yurt içi yatırım yapılırken, her yıl bu rakam belirgin olarak düşmüş. 1998 yılında da 57 milyon dolara kadar inmiş. 2002 yılında öngörülen yatırım sadece 28 milyon dolar.
1995-99 yılları arasında sondaj için sadece 7 milyon dolar harcanmış. Yıllık ortalama bir milyon dolardan biraz fazla eder. Bu rakamlar trajikomik bir gerçeğin ifadesidir.
TPAO ne yapıyor dersiniz?
TPAO yurt dışına açılmış durumda. Kara-paranın aklanma cenneti diye bilinen Jersey Adalarında, TPIC diye bir şirket kurmuşlar. Bununla yurt dışında petrol arayacaklarmış. 'Peki şimdiye kadar ne yaptın' diye sorulduğunda, verilen cevap da ilginç. Avusturalya'dan Mısır'a, Kazakistan'dan Pakistan'a varıncaya kadar bir sürü yerde sözde petrol aramışlar. Bundan 2 yıl öncesine kadar yurt dışında harcadıklan para 870 milyon dolar. Şimdiye kadar geri dönen para ancak 300 milyon dolar. Yani 570 milyon dolar batmış. Bu rakamlar Ali Türkoğlu'na ait. Yani TPAO'nun yönetim kurulu başkanına. Düşünün lütfen, bu ülkede petrol adına neredeyse bir çivi çakmayacaksın, ama yurt dışında, inanılmaz bir savurganlıkla 570 milyon dolar batıracaksın.
TPIC'in yurt dışı yatırımı 1994 yılında 78-79 milyon dolar. 1995'de bu meblağ 110 milyon dolar olmuş. Her yıl bu rakam düzenli olarak artmış. 1998 yılına gelindiğinde de 146 milyon dolar olmuş. Bu yetmezmiş gibi, elde bulunan birkaç tane doğru dürüst delicilerin de, yurt dışı aramalarına tahsis edildiğine dair basında haberler çıkıyor.
TPAO elinde bulunan ruhsatları, süratle Konsül'ün şirketlerine devrediyor. Son olarak Ergani'de 34 graviteli kaliteli petrol bulunmuştu. Daha sonra şayia çıkardılar, su çıktı falan diye. Çok hızlı delip derine gitmiş olabilirsin. İyice araştırma yapsana. Petrol yatağının yönünü tayin et. Petrolün yönü istikametinde delikler del. Ciddi araştırma yap. Bunları yapmak yerine, basından öğrendiğimiz ne? Ergani bölgesinin imtiyazlarının %50'si Perenco'ya devredilmiş. Neden? Ne ilgisi var Perenco Şirketi’nin TPAO'nun imtiyazlı bölgesiyle?
Bir müddet önce Doğu Karadeniz'de, TPAO ve ARCO şirketi birlikte, deniz içinde ortak bir proje başlattılar. Liman 1 ve Liman 2 projeleri. Sonra bu proje yanda kaldı. ARCO çekildi. TPAO'nun bu projedeki zararı 60 milyon dolar. Bu konu ile ilgili olarak Oyman Sayer'in iddiası; biraz daha derine inmeleri gerektiğiydi. Del, 60 milyon sokağa at, fakat birkaç yüz metre daha delmen gerekirken vazgeç! Şimdi ne oldu? ARCO'yu BP satın aldı. Şimdi BP Doğu Karadeniz'de 8000 metreye inecek iki kuyu açma projesi başlattı. Bu konu ile ilgili bir sürü şey yazıldı, çizildi. Projenin mâli yükünü BP çekecekmiş. Bu masraf 13.5 milyon dolarmış. Bir ay sonra yok efendim masraf 50 milyon dolar olacakmış... İş kılıfına uyduruldu. Şimdi duyduğumuz bu projede hisseler %75 BP, %25 TPAO olarak belirlenmiş.

Hani 1980'den sonra düzeltilen petrol kanununda, petrol arayan yabancı şirkete denizde yüzde 45, karada %35 hak verilmişti. Bu %75 neyin nesi?
En zengin petrol bölgelerimizden birisi olan Seyhan-Ceyhan-İskenderun Körfezi, yani Çukurova'nın imtiyazı Amty Oil tarafından alınmış. Adam nerede, ne kadar petrol olduğunu uydu vasıtasıyla, yıllar önce tesbit etmiş. Konsül, hızla tüm Türkiye'nin ruhsatını alıyor. Şimdi hiç hareket etmiyorlar. Adeta nefes almıyorlar. Endüstri Bölgeleri Kanunu çıktı. Şimdi Nitelikli Sanayi Bölgeleri Kanunu’nun çıkmasını bekliyorlar. ABD kongresi, bu hususu görüşüyormuş. O zamandan çıkan Derviş kanunlarıyla Türkiye'yi %80 teslim aldılar. Şimdi son vuruşlarla ülkeyi tamamen teslim alıp, yorgun düşürdükten sonra, her yerden petrolü aynı anda çıkartacaklar. Onu bekliyorlar.
Türkiye petrolleri artık şu kararı verdi; mutlaka majör petrol şirketleri ile birlikte hareket edecek. Buna havlu atmak denir. Bu 'ben yokum artık' demektir.
TPAO'nun ülkemizde maliyetin düşük olduğu yerlerde dahi arama yapmamasının sebebi işte bu teslimiyetçi tavırdır.
                1932 yılına ait Hassen Halet Işıkpınar'ın Türkiye petrol yatakları hakkında raporu var. Rapor çok ilginç. Van'da, Erzurum-Katranlı'da, Divanı Hüseyin bölgesinde petrol bulunduğunu yazıyor. Naftik kasabasında 1-2 metre derinliğinde açılan kuyulardan petrol çıktığını belirtiyor. Bu raporda, ayrıca Pellek'de, Hasankale'de, Zaho'da, Kastamonu'da, Gelibolu Yarımadasının kuzeyinde, Keşan yakınlarında, Konya-Kavalı'da, İznik'te, Sinop'ta, Trabzon'da, Sürmene'de, Antalya-Yanartaş'ta petrol bulunduğu belirtiliyor. Işıkpınar raporu Fransızca kaleme almış.
Aleksanders's Gas and Oil'in internet sayfasındaki bilgiye bakın; 1998 yılında Adana depreminden sonra Ceyhan bölgesinde Petrol kendiliğinden yüzeye çıkıyor, kilometrelerce akıyor. Bir sürü söylenti çıkarılıyor. Boru hattı sızıntısı falan gibi. Sonunda resmî olarak tespit ediliyor ki, bu kendiliğinden sızan petroldür. TPAO tarafından başlangıçta bir iki göstermelik demeç veriliyor. Mesele daha sonra unutuluyor... Daha doğrusu unutturuluyor.
Bu tip olaylar Ceyhan bölgesinde çok sık rastlanan şeyler. Gazetelere yansımıştı. Ceyhan'ın Soysalı köyünde deprem sonrası, bir yurttaşımızın tarlasında petrol çıkmıştı. Kendisi TPAO yetkililerini ısrarla davet etmiş.
Gelenler gönülsüz. Petrol olduğu resmen tespit edilmiş. Uzun uğraşmalarından sonra kendisine verilen cevap; "Buralarda petrol arama imtiyazı Amerikalılara ait. Bir şey yapamayız.Buyrun cevabı! (Amty Oil)
            TPAO'nun Adıyaman bölgesinde açtığı birçok kuyuda da petrol bulundu. TPAO anlaşılmaz bir şekilde bu kuyuları terk etti. Terk ettiği kuyuların bir kısmını daha sonra Ersan Petrol ıslah etti. Şimdi sadece oradaki bir kuyudan saatte 20 varil petrol çekiliyor.
Ege bölgesinde Alaşehir'de 1700 küsur metrede petrol bulundu. Ege'de petrol olduğu biliniyor. Bilim adamları burası için, "Bölgede yüksek potansiyel var. Burada yoğun arama faaliyetleri yapılması gerekir." dediler. Ne oldu? S Çıt çıkmıyor. Oysa Yunan bölgesinde 2 petrol kuyusu faaliyete geçmiş durumda. Manisa'da bir depremden sonra yüzeye petrol sızmıştı…
Batman, daha doğrusu Güneydoğu Anadolu, Arap levhasının bizim sınırlar içinde kalan kısmı. Arap kıtası bizi devamlı itiyor. Yılda 4,4.5 cm. Bu bölgede petrol çok. Yenilerde Ceylanpınar bölgesinde 2.5 milyar varil petrol rezervi tespit edildiği gazetelerde yazıldı, televizyonlarda söylendi. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün...
       1980 sonrası, Enerji Bakanı Serbülent Beye New York'ta, üç tane büyük petrol şirketinin sahipleri; "Türkiye'nin zengin petrol yataklarına sahip olduğunu" bizzat söylediler. Serbülent Bey verdiği her türlü garantiye ve ettiği ısrara rağmen Konsül'ü Türkiye'de petrol çıkartmak için ikna edemedi. Oysaki
Serbülent Beyi, görüşme yapmak için Amerika'ya petrol şirketleri davet etmişlerdi.
Konsül'ün "Tek Dünya Devleti"ni kurma projesi çok uzun yıllara dayanıyor. Türkiye'nin petrolünün çıkartılmayışı bu projeyle ilgili. Konsül'ün hedefi; en son Türkiye'yi dizüstü düşürmek.
"Konsül'ün Federal Rezervinin petrol şirketleri".
Federal Rezerv denilen banka, ABD'nin Merkez Bankası değildir. Aksine dünyanın 8-10 en büyük bankasının bir araya gelerek kurduğu bir bankadır. Bu banka 20. asrın başlarında inanılmaz ayak oyunlarıyla ABD'nin parasını basma hakkına sahip olmuştur. Dikkat ederseniz doların üzerinde Federal Rezerve Notes diye yazılıdır. Yani Federal Rezervin alındı kağıdı. Konsül diye bahsettiğim, işte bu bankalara da sahip olan, ırksal bir birliktelik göstermeyen fakat belli bir inanca mensup olan insanların teşkil ettiği dinsel gruptur. Bu insanlar Musa dinine mensupturlar. Demin de dediğim gibi ırksal bir bütünlükleri söz konusu değildir. Çoğunluğunu Hazar Türkleri oluşturur. Bunların yaygın, bilinen tanımları Eşkenazi'dir. İşte paranın sahibi, bankaların sahibi, büyük şirketlerin sahibi ve petrol şirketlerinin sahibi bu insanlar, dinî inançlarına göre dünyanın kendilerine vadedildigine inanıyorlar. Ve kendilerini de sözde Tanrıoğlu kabul ediyorlar. Bizi şimdi iyiden iyiye çökerttiler. Bu banka krizleri, borsa krizleri bu tiyatro oyununun perdeleri.
Konsül bu yolla 80-90 ülkeyi perişan etti. Japonya'yı "Derivatives" denilen, şimdi bizde de kurulan vadeli işlemler borsası ile yıktı. Bir Eu-ro numarası çıkarttı, Almanya'da maaşları yarıya indirdi, bir Marklık eşyayı bir Euro yaptı, böylece Almanya'yı da yedi. Medya, Konsül'ün mülkiyetinde ve hakimiyetinde olduğu için insanlara gerçekler duyurulmuyor. Bu yüzden insanlar hiçbir şey bilmiyorlar.
       Petrol şirketleriyle ilgili olarak 1948 yılında ABD'de bir gazetede nasıl bir yazı çıkmış; "Washington'daki Amerikan idaresi, petrol şirketlerinin yan kuruluşu ve ABD başkanı da uluslararası petrol imparatorluğunun tutsağıdır."
Dünya Bankası kurulduğu 50 yıldan beri hiçbir ülkeye kendi petrolünü çıkartsın diye kredi vermedi. Zaten Dünya Bankası ve lMF'nin görevi bunun tam tersi. Milletleri köleleştirmek.
    Sonuç olarak ülkemiz petrol ve diğer madenler cennetidir. Fakat bunu işlemek için Konsül’den çekinmeyen, ABD uşaklığı yapmayan Ankara’yı yöneten idarecilere ihtiyacımız vardır. O yüzden bize düşen görev klişeleşmiş olsa da çok okumak, gündem takip etmek ve gerektiğinde saygı çerçevesinde tepkimizi ortaya koyabilmektir.
     
            29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMIMIZ MİLLETİMİZ ADINA KUTLU OLSUN.
            NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!..





9 Temmuz 2011 Cumartesi

İLGİNÇ KOMPLO TEORİLERİ !

   Adnan Kahveci- Eski Maliye Bakanı. Dedi ki;
"Bizim bağımsız olmamız için Amerika ve IMF'den kurtulmamız lazım." 2 gün sonra trafik kazasında öldü..!

   Bedri İnce Tahtacı- Saadet artisi Milletvekili, dedi ki;
"Amerika en büyük engeldir bir ülkede; ABD istediğini Başbakan yapar, istediğini Cumhurbaşkanı" 5 gün sonra Antep'e giderken trafik kazasında öldü.
 
   Turgut Özal- Cumhurbaşkanı. Dedi ki;
"Musul ve Kerkük bizimdir. Bunu dünya biliyor, alacağız" 10 gün sonra öldü..!

   Eşref Bitlis- Jandarma Genel Komutanı. Dedi ki;
"Amerika'nın İncirlik'ten kalkan uçakları PKK'ya yardım dağıtıyor" 4 gün sonra -60 dereceye dayanıklı olan TSK'ya ait uçak ile Siirt'e giderken kaza geçirerek uçağı daha kalkar iken Ankara Yenimahalle posta işleme merkezine düştü ve öldü..! Kaza nedeni uçak motorlarının buzlanması! Oysa Siirt'te o esnada hava soğukluğu -11 derece idi. Ankara'da ise -5.

   Recep Yazıcıoğlu- Denizli Valisi.
Denizli'de kanun çıkardı; "bundan sonra kafe ve benzeri yerlerde İngilizce isim kullanılmayacak, yani cafe değil kahve yazılacak" dedi ve 1 hafta sonra Ankara'ya giderken trafik kazasında öldü..!

   Bahtiyar Aydın- Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı;
"Bu dış mihrakların büyük bir oyunu, sakın inanmayın kanmayın kardeşi kardeşe vurduruyorlar. Lice'si ile Hani'si ile Edirne'si ve Eruh'u,Muş'u ile aynı ırkın evlatlarıyız, bu ülke kolay kazanılmadı, Çanakkale'de dedelerimiz omuz omuza can vererek kazandılar, biz de laiki ile muhafaza edeceğiz ve Pkk bitecek ve bu ABD oyunu bitecek"dedi ve10 gün sonra Diyarbakır Lice'de ilkokul çocuklarına önlük,ayakkabı,bot dağıtır iken keskin nişancı silahı ile sırtından vurularak çocukların gözü önünde öldürüldü.

   TBMM- 1 Mart Tezkeresine red oyu verdi.
3 gün sonra İstanbul'un göbeğinde bombalar patladı. Kaç kişi öldü..! ?

    HEPSİ Mİ ECELİ İLE ÖLDÜ ?
 

17 Mayıs 2011 Salı

OSMANLI PADİŞAHLARINA DAİR PEK BİLİNMEYENLER ... (4)


SULTAN ABDÜLAZİZ : Gayet fatin (açık zihinli), kuvve-i nuthiyesi (konuşma yeteneği) mükemmel ve hazır cevap idi. Atlara, yemeğe, cirite, okçuluğa, deve-horoz--koç dövüştürmeye orta oyununa ve pehlivanlığa, yüzücülüğe,jimnastiğe meraklıydı. Tatlı limonu çok severdi. Tütünden nefret eder ve sigara aleyhine makale yazdığı bilinmektedir.Piyano ve lavta çalmayı biliyor. Gerçek anlamda resim çizen ilk Osmanlı padişahtır. Gezi maksadıyla yur dışına çıkan ilk padişahtır.
Siyah mürekkeple yazılmış hiçbir şeye bakmaz ve hiçbir şeyi imzalamak istemezdi.

V.MURAD : Osmanlı hanedanı içinde en kısa görevde kalan padişahtır. 93 gün tahtta kaldığı süre içinde ruh sağlığı bozuktur, cinnet halinde yaşamıştır.Piyano ve keman çalmaya düşkündü.

II.ABDÜLHAMİD : Atlara o kadar meraklıydı ki,bir Arap aşiret reisinin, yaralı sahibini savaş yerinden uzaklaştıran 'Ferhan' isimli atı elde etmek için aracılar yollamış ve ne yapıp edip kendine hediye ettirmişti. Silah kullanma konusunda çok maharetlidir. Nişan aldığı yere adını yazar, havaya attığı madalyaları ortasından delebilirdi. Usta bir marangozdu.Polisiye roman okumaktan çok hoşlanırdı.30bin karelik fotoğraf albümü, fotoğrafa ne kadar meraklı olduğunu gösterir. Tarçını çok severdi. 'Eğer yakışık alsaydı, suyun üzerine de tarçın ekleyerek içerdim' sözleri meşhurdur.

V.MEHMED REŞAD : Padişah olduğunda 65 yaşında bulunuyordu. Saray çalışanlarının maaşlarını elleriyle ödeyecek kadar tutumludur.Dini kitaplar okur,Doğu edebiyatıyla yakın meşgul olurdu.İyi Farsça bilirdi.
Osmanlı padişahları içinde tahtta bulunduğu sırada ameliyat edilen ilk ve tek padişahtır.
İstanbul'da ölen ve İstanbul'a gömülen son padişahtır.

VI.MEHMED VAHDETTİN : Genellikle askeri üniforma giyer, burnunun üstüne oturtulmuş çerçevesiz gözlük takardı.Okuduğunu iyi anlarmış ve yazılarını kurşun kalemle yazmayı tercih edermiş.Kaynaklara göre Arapçayı tüm kurallarıyla bilir ama konuşmazdı.Farsçayı da o derecede biliyordu.

HALİFE ABDÜLMECİD : Padişah olmayıp uhdesinde Halife unvanını 16 ay taşımıştır.Çok başarılı bir ressamdır,eserleri hala büyük ilgi uyandırmaktadır.doğu ve Batı musikilerini iyi bilirdi. Ney üflemeyi bilir ve lavta da çalardı.Fransızca,Arapça,Almanca ve Farsça öğrenmiştir.
Trafik cezası kesilen ilk halifedir.

16 Mayıs 2011 Pazartesi

OSMANLI PADİŞAHLARINA DAİR PEK BİLİNMEYENLER ... (3)


II.MUSTAFA : 31 yaşında tahta çıkmış ve cülus töreninin hemen ardından hatt-ı hümayunda ''zevk ü sefayı ve rahatı'' kensine haram ettiğini, atası Kanuni gibi bizzat ordunun başında sefere çıkmak istediğini, ''din ü devlet ve hizmet-i ibadullah'' için çalışacağını ilan etmiştir.
önce 'Meftüni' sonraları 'İkbali' mahlaslarıyla şiir yazmıştır.

III.AHMED : Lale Devri Padişahı olarak tarihe geçmiştir.Şair, münşi (çok iyi bir yazar), ve çok iyi bir hattat olarak kabul edilir.Yazdığı levhaları camilere yazdırırdı.Tuğra çeken tek padişah olarak tarihe geçmiştir.
900 geze (arşın) ok atıp Okmeydanı'nda adına taş diktirdiği bilinmektedir.
Tam üç defa ikiz çocukları olmuştur ve bir rekorun sahibidir.

I.MAHMUD : Hilalci, mühür kazıcısı ve kuyumcuydu. 'dünyada iki şeyden kam alamadım, biri evlad (hiç çocuğu olmamıştı), biri mehtap' sözü ona aittir.
Osmanlı'da kitap rönesansı başlatan hükümdardır diyebiliriz.Yalnız Ayasofya Kütüphanesine 4 bin cilt kitap vakfetmiştir.Osmanlı Devleti'nde ilk madalya onun zamanında çıkarılmıştır.

III.OSMAN : Osmanlı Padişahlarının en şişmanı olarak bilinir.Kimseye güvenmez, şüpheciliği devlet başkanlığının esası kabul edermiş.Boş zamanlarında marangozlukla uğraşır.Döneminde 7 büyük yangın çıkmıştır İstanbul'da.Bu yüzden 'Yangınlar Padişahı' olarak anılır.

III.MUSTAFA : Meslek olarak sikkezenliği seçmiştir, yani para basma işine meraklıdır.Astrolojiye düşkündür.Talihe fazlasıyla inanır.Yaptırdığı üç büyük caminin hiçbiri kendi adıyla anılmaz.
Son olarak cerrahiye tarikatına girmiştir.

I.ABDÜLHAMİD : Hem okçudur, hem de yay imal eder.I.Mahmud zamanında kapatılan matbaanın onun zamanında yeniden açıldığını biliyoruz.Osmanlı Devleti'nde yerli malı kullanımı mecburiyetinin ilk defa onun devrinde getirilmiş olduğunu da biliyoruz artık.

III.SELİM : Meslek olarak nakkaşlığı seçmiştir.
III.Selim Osmanoğllarının yetiştirdiği en büyük, hatta deha çapında bestekar olarak tanınır.ikisi de ayry ayrı uzmanlık gerektiren tanburi ve neyzenlikte üstad mevkiindeydi. Türkiye'de ilk bale onun huzurunda oynanmıştır.

IV.MUSTAFA : Sadece bir yıl iki ay tahtta kalabilmiştir.Ona dair pek bilgi yoktur ama pek çok kaynakta onun için 'mürteci padişah' damgası vurulmuştur.

II.MAHMUD : III.Selim'e yakın seviyede büyük bir bestekardır.Bestelerinde Hicaz Divanı meşhurdur. Tambur çalıyor ve ney üflüyordu.Ayrıca ender bulunan hanendelerden olduğu söylenir.
Ok ve tüfek atmada mahareti vardı.Hareketsizliğe tahammülü yoktu.Memurlara fes giydirme mecburiyeti getirmesi yüzünden adı 'Gavur Padişah'a çıkmıştır.Cerrahi tarikatına müntesiptir.

SULTAN ABDÜLMECİD : Osmanlı padişahları arasın dört oğlu birden tahta çıkmış tek padişahtır.Boş zamanlarında ok ve yay imal etmekle meşgul olurdu.Sarayda Batılı anlamda müzik dersi alan ilk padişahtır.Piyano çalar ve Batı müziğini alaturka kadar korurdu. Johann Strauss onun adına bir 'Türk Marşı' bestelemiştir.Bir baloya giden ilk padişahtır.Ecdadından Yavuz Sultan Selim'i çok severdi.Türbesini onunkinin yanına yaptırmıştır.



















11 Mayıs 2011 Çarşamba

OSMANLI PADİŞAHLARINA DAİR PEK BİLİNMEYENLER ... (2)

            
II.Selim : Lakabı 'Sarı' dır. Kuyumculukla yakından alakalıdır.Şair Baki ile çok yakın arkadaşlık kurmuştur. Şiirle ilgilenmiştir fakat divanı yoktur.Mahlası 'Selimi' dir.İlk defa İstanbul'da doğan ve ölen, ilk kez ordusunun başında sefere çıkmayan Osmanlı padişahı O'dur.

III.Murad : İlginç özelliklerinden biri ağzından nadiren 'hayır' sözü çıkmasıdır. İyi bir hattattır. Türkçe,Arapça ve Farsça olmak üzere 4 ayrı divanı vardır.Fütuhat-ı Siyam adlı önemli bir tasavvufi risale kaleme almıştır.Dünya tarihiylr ilgili çeviriler yaptırmıştır.Sarayda bilinen ilk ikiz doğum vakası onun hareminde gerçekleşmiştir.


III.Mehmed : Bir kaşık ustasıdır.Okçuların ok atarken parmaklarına taktığı fildişi yüzükler de imal ederdi. İngiltere kraliçesi I.Elizabeth ona bir org hediye etmiştir.

I.Ahmed : Sultan I.Ahmed'in talihi neredeyse 14 üzerine kuruludur. 14 yaşında tahta çıkmış, Osmanlı'nın 14.padişahı olmuş ve 14 yıl padişahlık yapmıştır.
Tahta çıktıktan sonra sünnet olan ilk Osmanlı padişahı da odur. Cirit oyunlarına meraklıdır.Atlara had safhada meraklıdır. Dini konulara hassasiyeti bakımından en önde gelen padişahlardan sayılır.

I.Mustafa : Cumhuriyet Dönemi Osmanlı Tarihlerinde 'deli' olarak yaftalanmış da, eski kitaplarda 'Mecnun' olarak zikredilir ve gizemli kişiliği biraz daha merakla araştırılırdı.
Pek kısa süren 2 saltanatında,birincisinde yeğeni III.Osman'a,ikincisinde öbür yeğeni IV.Murad'a zorluk çıkarmadan tahtını terk etmiştir.
Ayrıca 2 defa tahta çıktığı halde annesinin adı bilinmeyen tek Osmanlı padişahıdır.
Kadınları asla yanına yaklaştırmaması hep zikredilmiştir.Haremdeki onca cariye arasında hep bekar yaşamış ve bekar ölmüştür.

II.Osman : 'Genç Osman' diye adlandırılır.Fatih zamanında başlayan cariyelerle evlenme geleneğini delerek Şeyhülislam Esad Efendi'nin kızı Ukayla'yı nikahlamıştır.Ata binmeye meraklıdır ve bindiğiatların eyerlerini kendi imal eder.

IV.Murad : Yaykirişi imal ederdi. Kimsenin çekemediği yaylarla isabetli ok fırlatması meşhurdu.
Tam bir at tutkunudur.Onlara Tayyar.Saçlı Doru,Celali,Şam Alacası,Dağlar Delisi,Mercan,Bad-ı Saba gibi orjinal isimler vermiştir.Koşu halindeki attan bir başka atlayabilirdi.
'Muradi' mahlasıyla hem divan hem de aşık tarzı şiirler yazmıştır.Arapça ve Farsça bilmektedir.
Düzenlediği 2 büyük Şark seferinin anısına Saray'ın en seçkin eserlerinden Revan(1636) ve Bağdat (1639) köşklerini yaptırmıştır.
'Murad-ı Rabi' yenilmesi güç bir satranç ve dama oyuncusudur.

Sultan İbrahim : Tarihimizde genellikle 'Deli'diye anılır.Topkapı Sarayı arşivinde 250 civarında mektubu bulunmuştur.Şehzadeliği sırasında kafes arkasında yaşadığı odada kuş beslemiştir.
Hacıların asalarına takılmak üzere hilaller imal etmiştir.At tutkusu babasından geçmedir.

IV.Mehmed : 39 yıllık saltanat süresiyle Kanuni'den sonra en uzun süre tahtta kalan padişahtır.En büyük hobisi avcılıktır ve 'Avcı' lakabıyla anılmıştır.Bugün Ukrayna sınırları içinde bulunan Kamaniçe seferine bizzat katılmıştır.Cesaretni Serez ile Selanik arasında Venedik korsanlarının top atışına maruz kalmasına, bir kaç güllenin başının üstünden geçip gitmesine rağmen istifini hiç bozmayışından,usta bir binici olduğunu da 2,918 metre yüksekliğinde olan Teselya'daki Olimpos Dağı'na tırmanırken atının uçuruma düşmesi sırasında yere atlayarak kendisini kurtarması sırasındaki çevikliğinden anlayabiliriz.

II.Süleyman : Osmanlı hanedanından Süleyman adını taşıyan iki padişahın çıkmış olması,ikisinin de sefer sırasında ölmüş bulunmaları ve aynı türbeye gömülmüş olmaları tarihin cilvelerindendir.
Halvetiyye tarikatına intisap ettiğine dair bir bilgi vardır.
39 yıl veliaht kalarak bir rekora imza atmış ve sabır sınırlarını epeyce zorlamıştır.
Hiç evli olmayan padişahlardan biri de II.Süleyman'dır.
Fermanlardaki tuğrasının yanına çiçek koyduran ilk padişahtır ve bu sonradan moda olacaktır.

II.Ahmed : Sağlıksız bir bünyeye,hassas ve hiddetli bir mizaca sahiptir.Kendi eliyle çok güzel Kur'an-ı Kerimler yazmıştır.Arapça ve Farsça'ya vakıftır.Şehzadeliği sırasında tuttuğu hatıra defterinden söz edilir.

Padişah olarak İstanbul'a hiç ayak basmamıştır.

10 Mayıs 2011 Salı

OSMANLI PADİŞAHLARINA DAİR PEK BİLİNMEYENLER ...

Osman Gazi: Bir Giydiğini bir daha giymezmiş.Sebebi müsriflik değil,başkasını yani bir garibanı sevindirmektir.
Birisi elbisesine dikkatlice baksa ona bağışlarmış elbiselerini.

Orhan Gazi:Onu görme bahtiyarlığına erişen İbn Battuta'nın anlattığına göre, 'hiçbir şehirde 1 aydan fazla oturmaz, aralıksız olarak kafirlerle savaşı sürdürür, onların kalelerini bir bir kuşatarak ellerinden alırmış.'
En büyük zevklerinden biri yaptırdığı camilerin kandillerini kendi elleriyle yakmak ve imaretlerinde pişirttiği yemeği kendi elleriyle fakirlere ve gariplere dağıtmaktı.

I.Murad: Batı kaynaklarında az konuşan ama konuştuğu zaman güzel sözler söyleyen 'hayırhah' bir hükümdar, yorulmak bilmeyen bir avcı ve kibar bir 'şövalye' olarak öne çıkartılır.Osmanlı kaynakların da ise, hayırseverliği ve adaleti ısrarla vurgulanır.Özel bir kütüphanesi olduğu bildiğimiz ilk padişahtır.
Mevlana'ya karşı aşırı bir sevgisi vardır.'Hünkar' ve 'Hüdavendigar' unvanlarını almasında bu derin sevginin etkisi görülür.

Yıldırım Bayezid : Osmanlı Sarayında av teşkilatının kurucusudur.Kaynaklarda ciddi bir edayla şiir yazdığı söylenen ilk padişah Yıldırım Bayezid'dir.'Yıldırım' mahlasıyla yazar. Mahlasını bildiğimiz ilk padişah da odur. Osmanlı hanedanı içinde ilk defa 'serasere' giyenin, gümüş ve altın tabaktan yemek yiyenin Yıldırım Bayezid olduğu söylenir.

Çelebi Mehmed: Hammer onu Osmanlı padişahlarının en sevimlisi ilan eder.Çocukluğunda yay kirişi yaptığı ve bu yüzden 'kirişçi' veya 'kürüşçü' lakabıyla anıldığı söylenir.Çelebi Mehmed Osmanlı biniciliğinin piri sayılabilir.Bu işi sistemli ve adete bir kulüp mantığıyla geliştirmek için topladığı usta binicilerle iki cündi bölüğü kurmuştur.

II.Murad: Şiire ve musikiye meraklıdır.Bir padişahın kendi isteğiyle tahtını başkasına bıraktığı tek örnekitir. Hacı Bayram Veli'ye yakın alakası vardır.Bayrami dervişlerine vergi muafiyeti tanımıştır.Ölümünden 5 yıl önce vasiyetini yazmış,dönemin alimlerine tescil ettirmiş ve cenaze masraflarının devlet tarafından karşılanmamasını istemiştir.

Fatih Sultan Mehmed: Venedikli Zorzi Dolfin, onun az gülen,zeki,çalışkan,cömert,amacına ulaşmakta inatçı,her gün mutlaka kitap okuyan,Roma tarihini,Papaların hayatını,Heredot'un tarihini ve daha pek çok tarih kitabını okuyup dinleyen,araştırma-inceleme yapan eşssiz bir insan olarak tanıtır.
Tutku derecesine varan hobisi haritacılıktır.Devrinde Venedik matbaacılarının ona harita beğendirmek için birbirleriyle adeta yarıştığı öenmli tarih kitaplarında yazmaktadır.
Şairliğiyle temayüz etmiş ilk Osmanlı padişahıdır.Divanı olmasa bile divançesi,yani küçük divanı vardır.Mahlası 'Avni'dir.Sarayda bahçıvanlık yaptığı görülmüştür.Arapça ve Farça'nın yanında Yunanca ve Latince'yi anlayacak kadar da olsa bildiği söylenir.Yemeklerini yalnız başına yerdi.

II.Bayezid: Hat sanatına özel bir ilgi duyduğu Gülzar-ı Savab adlı eserde kaydedilmiştir.Şeyh Abdullah'tan hat konusunda icazet almış,padişah olduktan sonra hocasını bırakmamış,onu sarayda muallimlik ve katipliğe getirmiştir.Kaynaklarda beste yaptığından bahsedilen ilk padişahtır.Acem (İran) edebiyatını çok sever.İyi bir kitap okurudur. Oğullarını da öyle yetiştirmiştir. Şehzade Korkut'u tam bir bilim adamı gibi yetiştirmiştir. Öbür oğlu Şehzade Ahmed'in ise Arapça siyasetname yazacak kadar Arapça bilgisene sahip olduğu görülüyor.
Osmanlı padişahlarının en dindarlarından olduğuna dair bir ittifak vardır.

Yavuz Sultan Selim : Kulağına küpe değil, bazı yerlerde 'mengüş' yani bakır bir halka taktığı rivayeti geçmektedir.Kendisi için saraylar yapılmasını istemez sadece devlet hazinesini dolu bırakmak isterdi. Hobisi kuyumculuktur.Farsça,Tatarca ve Arapça öğrenmiştir.300 gazel ihtiva eden Farsça bir divanı vardır. Farsça tam divan sahibi olan tek sultandır.'Selimi' mahlasını kullanmıştır.Özel ilgi alanı tarihtir.Moğolların Doğu'daki seferlerini anlatan Vassaf Tarihi'ni seferlerde dahi yanında götürürdü.Lüks ve sefaletten nefret eder.Bir koleksiyonerdi.

Kanuni Sultan Süleyman : Kanuni'nin adı,Kur'an-ı Kerim'den tefe'ül edilmek, yani rastgele bir sayfa açıp parmağın bir kelimenin üzerine konulması suretiyle Süleyman konulmuştur.Kuyumculuğa meraklıydı; ustalığı o derecedeydi ki,İtalyan kuyumculuk sanatının örneklerini tanıyacak ve uygulayacak kadar mükemmeldi. Arapça, Farsça,Tatarca ve Çağatayca biliyordu.Seramik meraklısıdır.
Tasavvufa ve şeyhlere özel bir alaka göstermiştir.Mevleviliğe intisap etmiş,Nakşilikten el,Halvetilikten ise zikir almıştır.

Padişahlarımızın bilinmeyen yönlerini bölümler halinde yazmak durumunda hissediyorum. On padişah şeklinde gidip bölümler halinde yayınlamak daha mantıklı geliyor.
Padişahlarımıza dair bunları biliyor muydunuz?

8 Mayıs 2011 Pazar

HAARP NEDİR?

   HAARP- Bu harfler ABD'nin en gizli askeri projelerinden biri olan 'High Frequency Active Auroral Research Program' isminin baş harfleri.Adından da görüldüğü gibi yüksek frekansla ilgili bir program bu.
   Bu proje 8 yıldan beri, Alaska'da Gakona askeri üssü yakınlarında, ABD Hava ve Deniz Kuvvetlerince gerçekleştiriliyor.Resmi amacı,İyonosfer'de araştırma yapmak.Bu projenin gerçekleşmesinde 3 Amerikan şirketi ARCO,Raytheon ve E-Sistemleri öenmli rol oynadı ve hala oynuyor.
Amerikalı askeri yetkililere göre HAARP şunları gerçekleştirecek :
1.Atmosferdeki termonükleer araçların elektro manyetik araçlarını değiştirmek,
2.Denizaltılarla haberleşmeyi kolaylaştırmak,
3.Radar sistemlerini son derece geliştirmek,
4.Çok büyük bir bölgede,ABD ordusu dışında tüm haberleşmeyi durdurmak,
5.EMass Cray bilgisayarları ile ortaklaşa,toprağın altını çok derinlere kadar incelemek,
6.Büyük alanlarda petrol,doğalgaz ve mineralleri tespit etmek,
7.Cruise füzeleri gibi her türlü saldırı silahı ve uçağı havada imha etmek.
 
   Gelgelelim bu projeye karşı çıkan Amerikan bilim adamları da var. Sebebi çok tehlikeli olması,bunun yanında bu güce sahip olanın dünyanın tek hakimi olacağı iddiası.
Projenin karşıtlarından biri olan ABD'nin en ünlü jeofizikçilerinden Prof. Gordon J. F. MacDonald''e göre, elektromanyetik teknoloji bakın daha neler yapabilir:
1.İklimleri değiştirebilir,
2.Kutupları eritebilir veya yerinden oynatabilir,
3.Ozon tabakası ile oynanabilir,
4.Deprem yaratabilir,
5.Okyanus dalgalarını kontrol edebilir,
6.Dünyanın enerji alanları ile oynayarak, insan beynini kontrol altına alabilir,
7.Radyasyon yaymayan termonükleer patlama oluşturabilir.

   Bunu neden mi yazdım?
Asıl konu şu, 17 Ağustos depremin doğal afet olamayacağı şüphesi.Bu zamanın 'SABAH'gazetesinde de yazılmıştı komplo teorisi olarak. İnsan düşünmeden edemiyor.Sismik bomba atıldı şüphesi var bu konuya vakıf olan insanlarımızda.Sismik bomba şu oluyor; dünyanın çevresine yerleştirilmiş bir uydu,dünyanın herhangi bir bölgesine, insan kulağının asla duyamayacağı çok güçlü bir ses dalgası gönderiyor.Bu da yer sarsıntısına neden oluyor.Eğer bu ses dalgaları kırılmaya yüz tutmuş fay hatlarına gönderiliyorsa ,sarsıntı çok daha şiddetli oluyor.
ABD'nin asıl hedefi; Kuzey Anadolu deneyden elde edeceği tecrübe ve bulguları San Andreas fay hattına uygulamaktı.Bu iş çok yüksek askeri gizlilik taşıdığından yürütme işi İsraillilere verildi.
ABD ve İsrail elektro-sismik haberleşme tatbikatı yapacaklardı ve deney başarılı olacağından sonunda kimse normal dışı bie şey olacağını farketmeyecekti.Bu amaçla tatbikatı (Gece Şahini Tat.)03:00 da yapmayı planladılar.1-2 dk. içinde oluşturdukları muazzam enerjiyle Marmara'nın altındaki aylardır oluşan basıncı,dışarı atacaklardı.Böylece büyük bir deprem önlenmiş olacaktı ama bir şeyler yanlış gitti.45 sn. süren deprem beklenenin 10,000 kat üstünde bir güçle geldi.Zayıflayan ve titreyen elektirikler geri geldiğinde saat 03:05 i gösteriyordu.
İşin garip tarafı İsraillilerin 20 Ağustosta Ataköy açıklarında uçağı düştü.Bu haberlerde sadece 10 saniye haber olarak geçti ve sonra haber kesildi.Abdullah Kaplan isimli balıkçı o gece denizdeydi uçağın düştüğünü gördü ve arkadaşlarıyla uçağı  Zeytinburnu Limanına çektiğini İsraillileri kurtardıkları için teşekkür beklerken,küfür yediklerini dile getirdi. Belli ki yaptıkları insanlık dışı hareketin nerde yanlış olduğu tespit etmeye gelmişlerdi.

17 Ağustos depremi doğal afet midir? ABD-İsrail işi midir bilinmez ama bu konu üzerinde durulması ve araştırma yapılması önemlidir.

Sizce depremin kaynağı ne?

Haarp,Kıyamet Teknolojisi gibi konularda bilgi edinmek istiyorsanız;
Harp Akademileri Bülteni sayı 201
Kara Kuvvetleri Genel Plan ve Prensipler Başkanlığı Bilgi Toplama ve Yayım Şubesi Bülteni - Haarp Yüksek Frekans Aktif Auroral Araştırma Programı Bülten no: 115
www.seismo.unr.edu/ftp/pub/louie/class/100/seismicwaves.html
www.seismo.unr.edu/ftp/pub/louie/class/100/platetectonics.html
www.haarp.alaska.edu/
www.eartquake.com/generalinfo.html

7 Mayıs 2011 Cumartesi

AVRUPA BİRLİĞİ (!)

İsterseniz önce biraz hafızamızı tazeleyelim.
Tom Spencer- AB Dış ilişkiler Komitesi Başkanı 1999 :
        ''Türklere ileride bir gün AB'nin parçası olacakları yolunda 30 yıldır söz vererek hiç dürüst bir davranışta bulunmadığımızı düşünüyorum.Çünkü gerçek, AB'nin Türkiye'yi üye olarak kabul etme yolunda hiç bir niyetinin olmadığıdır. Türkiye bir yandan köktendincilerin diğer yandan bizim tutamayacağımız sözlerin arasına sıkışmış durumdadır. Türkiye'ye gerçek niyetimizi anlatmamız daha dürüst bir davranış olurdu.''
Valery Giscard D'estaing- Fransa Eski Cumhurbaşkanı 2000 :
        ''Türkiye'nin Avrupa Birliği içinde yeri olmayacak.Bugün Avrupa'da hiç bir lider Türkiye'yi AB içinde istemiyor. Yarın içinde böyle bir niyetleri bulunmamaktadır.Türkiye'ye haksızlık ediliyor.Çğnkü Türkiye AB tarafından aldatılıyor.Helsinki'de aday yapılması Türkiye'ye boşuna umut vermektir...''
Helmut Schmidt- Almanya Eski Başbakanı 2000 :
        ''Avrupa'nın geleceğinde ne olursa olsun Türkiye'nin yeri yoktur.70 milyon Türk vatandaşını Avrupa'nın içinde serbestçe dolaştıramayız.Avvrupa'nın İran,Irak,Sureye gibi ülkelerle sınır komşusu olmasını kabullenemeyiz.Türkiye ile ekonomik ilişkilerimizi sürdürmeliyiz.Genç ve hızlı büyüyen nüfusunun satın alma gücünden faydalanmalıyız.Ancak,Bu ülkenin globalleşmenin temel prensiplerine sahip olmadığını ve uluslararası kardeşliği içine sindiremediğini de görmeliyiz...''
          Avrupa'nın eski liderleri böyle düşünürken arkalarından gelenler de böyle düşünmeye devam etmektedir.Her şeyden önce bu ülkeye yeni gelen her hükümet, bir önceki hükümetin enkazını devralıp sonra arkasında yeni bir enkaz bırakmaktadır.Benim anlayamadığım hükümetlerimizin ülkemizi AB'ye almayacaklarını nasıl oluyor da anlayamıyorlar ya da gerçekten anlamak mı istemiyorlar.AB'nin yeni Haçlı Birliği olduğu artık kabullenilmelidir.Onlar Türkiye'yi isteseler de istemeseler de şunun şurasında en fazla 20 yıl sonra bizi mecburen kendileri isteyeceklerdir.Neden mi? Yaşlanan,yetişmiş iş gücü kalmamış bir nüfusa sahip olacaklar da ondan.
          Önce yapılması gereken şey kendi iç sorunlarımızı çözüme kavuşturup,önlemler alıp işleri yoluna koymaktır.Avrupa bizlere istediği gibi istediği kültürü empoze ederek bizleri gelenek göreneklerimizden,değerlerimizden uzaklaştırmaktadır.Avrupa'nın demokrasisinin,teknolojisinin bizden ileri olduğunu kabul etmemek aptallık olur ama onlar bize teknolojilerini,işimize yarayacak gelişmemize yardımcı olacak şeyleri değil, bizi bize düşürebilecek değerleri,kültürleri satıyor.Her şeyden önce Avrupa'nın bize hala vahşi,barbar olarak baktığını unutmayalalım.Ülkelerindeki dizilerde bizi gelimemiş,şeriatla yönetilen kadınlarımızın tamamının peçelerle yaşadığını gösteren bir milletmiş gibi gösterdiğini ve asla bizi sevmeyeceklerini unutmayalım unutturmayalım.
         Avrupa Birliği'ne girmek için 30 bin kişinin katilinin idamdan nasıl kurtulduğunu unutmayalım.
        AİHM'nin iç işlerimize karışıp aranızdaki problemleri konuşarak halledebilirsiniz dediğini unutmayalım.
        Eee şimdi?
        Siz hala AB istemeye devam edin bakalım... 

TÜRKLER ORMANA NEDEN KORULUK DER?

Türkler dinlerinin gereği doğaya saygı duyardı. Onlar için ateş, hava, su ve toprak önemliydi. Fakat Türklerde önemli bir element daha vardı...