29 Ekim 2011 Cumartesi

BİR ÜLKE NASIL PARÇALANIR?

    Bir Ülke Nasıl Parçalanır?.. Bir ülke çeşitli yollardan parçalanır.
    Eğer sistemli bir planınız varsa, bu planı dikkatle uygularsanız o ülke parçalanır, insanları da bunu fark etmez bile. Sonra da basit bir bahane ile o ülke kimsenin akıl erdiremediği biçimde parçalanır.
 Ekonomik Parçalanma:
     Bir ülkeyi içinden parçalamanın en etkili yollarından birisi budur. Geçinmek için emeğinden başka bir şeyi olmayanlar her gün biraz daha fakirleşirler, bu durumun yarattığı umutsuzluk içine sürüklenirler. İş yapmak isteyen üreticiler, sanayiciler eğer dürüst çalışırlarsa kazanamadıklarını anlarlar. Buna karşın dalavereciler, üçkâğıtçılar, her konunun hilesiyle kazanç peşinde koşanlar hep ''kazananlar'' olursa, işte o zaman o ülkede ekonomik parçalanma gerçekleşir. Bu konuda etkin olan ''az kazanan-çok kazanan'' ayrımı değildir, ''haklı olup kazanamayan-haksız olup kazanan'' ayrımıdır. Dürüst olanlar kendini aptal yerine konmuş sayarlar, dürüst olmayanlar ise toplumca ''akıllı, iş bilir'' sayılır. İşte artık o toplum ekonomi ahlakı bakımından ''parçalanmıştır'' . İnsanları birbirine güvenmez olur, birbirini sevmez olur.
 Kültürel Parçalanma:
     Ülke yerel kültürünü koruyarak ulusal kültüre ulaşma yolundadır. Bu yolda giderken evrensel kültürün insanı geliştiren özelliklerini de kazanmaya çalışır. Ülke tam da bu yolda ilerlerken dışardan müdahale edilerek küresel kültürün saldırısına uğratılır. Anadilin yerine yabancı bir dil önem kazanır. Müzik kültürü, sinema, televizyon filmleri, diziler, moda yoluyla küresel kültür egemen olur. Ulusal kültür gözden düşer, geride kalmış,
eskimiş sayılır. Kuşaklar arasında büyük bir uçurum yaratılır. Buna ''geliştirici değişim'' denilir ve kimsenin farkına varamadığı bir ''kültürel parçalanma'' gerçekleşmiş olur. Öyle ki artık dükkânların adlarından dergilerin adına kadar her şey yabancı dilden alınır. Toplum özüne yabancılaştırılır. İnanç parçalanması: Tarih boyunca
ülkelerin parçalanmasında en etkili yollardan birisidir...
    Şimdi ülkemize baktığımızda git gide parçalanıyor muyuz? Yoksa bütünleşiyor muyuz? 
    Ekonomimiz bitmiş durumda. Dışa bağımlı bir hale gelmiş bulunmaktayız. Kendi petrolümüzü çıkaramıyoruz, bor madenlerimize ve bir çok madenlerimizi işleyemiyoruz. IMF belasında bir türlü kurtulamıyoruz.
    Kültürel açıdan evlilik programları, magazin programları, özellikle diziler bizi birbirimize ötekileştiriyor. Gelenek-göreneklerimizi, adetlerimizi,örfümüzü unutturulmak üzereyiz. Aile bağları kopmuş durumda, anneler dizi izleyerek, babalar maç izleyerek çocuklarından bir haber yaşıyorlar. Özellikle kızlar açısından bakıldığında "namus" kavramı artık o kadar da önemli değil. Umarım ne demek istediğim anlaşılıyordur. İstedim ve yaşıyorum mantığında olan hiç kimseden bir fayda beklenemez. Kendisine faydası olmaz ki, devletine milletine olsun! Artık televizyonlarımız yararlı, bilgi verecek program sayısı elle sayılacak kadar kalmış durumda. Yayın saatleri herkesin uyuduğu vakitte!
    Türk-Kürt kavgası çıkararak bizi etnik açıdan bölmeye çalışıyorlar. Görülüyor ki hayli yol almış durumdalar.  Bu ülke için canını vermiş kardeşlerimize Türk düşmanlığını aşılıyorlar. Şöyle birazcık mantık çerçevesinde davranılıp düşünülse yüzyıllardır birlikte yaşayan bu topluluk ne oluyor da son otuz yılda bu denli birbirine düşüyor? ( Ayrıca Kürtlerin kökenine baktığımızda çok büyük bir olasılıkla Türk soyundan geldiğini düşünülüyor. bu konuyu ilerleyen zamanlarda yazacağım.)
    Velhasıl Türkiye Cumhuriyeti her yerden kıskaç altına alınmaya çalışılıyor ve sıra artık yavaş yavaş bize geliyor. Mısır, Libya, Ürdün, Suriye, Irak vs. son olarak İran ve en sona Türkiye. Sırada İran var sonrasında da biz. Hiçbir provokasyona gelmemeli tek yürek olarak emin adımlarla yolumuzda ilerlemeliyiz.


TÜRKİYE'NİN PETROLÜ ÜZERİNE...

   Ülkemiz bir petrol denizi üzerinde yüzüyor. Fakat kendi petrolümüzü çıkaramıyoruz. Neden mi? Şimdi size neden  kendi petrolümüze dokunamadığımızı ve ne denli kaliteli petrole sahip olduğumuzu yazacağım.


    Cumhur Asparuk Paşa, geçtiğimiz yıllarda meclisin açılışı münasebetiyle verilen davette gazetecilere: "Bırakın Afanistan'ı, Türkiye'ye bakalım. Size; '6000 metre derinlerde, dünyanın en zengin petrol yataklarıma sahibiz' desem, inanır mısınız?" şeklinde bir cevap vermişti. İşin aslı şu; Paşa'ya Hindistan'da bulunan bir uzay üssünde, yüksek rütbeli bir Amerikalı subay; "Biz uydu ile araştırma yaptık, Türkiye'de çok zengin petrol yatakları var. Fakat 5-6 bin metre derinde" diyor. 
Fakat ülkemizde petrol aramacılığı tek kelimeyle felâket. Her geçen gün daha da kötüye gidiyor. Oysa ki bu konuda Atatürk'ün emri var. Ekonomik bağımsızlığımızın temini için, süratle petrolümüzü bulup işletmemizi emrediyor. Nitekim onun zamanında, bu işe dört elle sanrılınmış. 1934 yılında Trakya'da / Mürefte'de doğalgaz bulunuyor. O gün açılan kuyulardan çevredeki fabrikalar bugün bile faydalanıyorlar. 1926 yılında 792 sayılı Petrol Kanunu çıkarılıyor. 1933 yılında "Petrol Arama ve İşletme İdaresi" kuruluyor. 1935 yılında da MTA kuruluyor. O devirde ciddi gayretler var.Türkiye'de 1953-54 yılları, petrol açısından dönüm yıllandır. İran'da Musaddık var. Petrolü millileştiriyor. Amerika, Türkiye'ye bir nevi çıkarma yapıyor. Aynı yıl, üç önemli kanun çıkarılıyor. Konsül'ün Türkiye'ye ciddi olarak yüklendiği yıldır bu yıl. Tabii o zamanki durumu, bugünkü durumla karşılaştırmamak gerek. Bugün, Türk Devleti'ni ve ulusunu tamamen yok etmek üzere saldırıyorlar. 1954 yılını petrol açısından dönüm noktası yazmamamın nedeni; 1954 yılında 6326 sayı ile kabul edilen petrol kanunu, Türkiye'de petrol çıkarmak için değil, Petrol çıkarmamak için çıkarılmış bir kanun. Bu kanunun satır aralarına konan maddelerle, Türkiye'nin kuzeydoğusunda petrol aranması yasak ediliyor ve bir de her petrol şirketine, bir yılda sadece on delik açma izni veriliyor.
Millî şirket Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı da dahil bu kısıtlama ve yasaklara...

    Atatürk'ün emrinin tam aksine, petrol kanununu biz ABD kökenli Konsül Max Ball'a yaptırıyoruz ve bunu TBMM'de kabul ediyoruz ve kendimize, kendi ülkemizde petrol aramayı yasaklıyoruz. Bu tarihlerde Rahşan Ecevit de bir büyük petrol şirketinin hukuk bürosunda çalışıyor. O tarihten sonra da Bülent Ecevit'in bahtı açılıyor, yıldızı parlıyor. Önce 1954 yılında sonra 1957 yılında iki kez burslarla Amerika'ya gidiyor. Sonrasında; Çalışma Bakanlığı, CHP Başkanlığı, Başbakanlık. 'Kurtar Bizi Karaoğlan.' Ve akabinde de inanılmaz kölelik kanunlarının çıkartıldığı 57. Hükümetin Başkanlığı.
    Petrol Kuzeydoğu Anadolu'da neredeyse yüzeyde akıyor. Bu bölge Hazar ve Kafkas petrollerinin uzantısı. Türk ulusuna bu bölgeden yıllarca petrol aramak kanunla yasak edilmiş. Bu utanç verici, haince uygulama, ne yazık ki 1980 yılına kadar sürdürülmüş. 1980 sonrası, Enerji Bakanı olan Serbülent Bingöl’e telkin edilmek suretiyle, bu yasaklar petrol kanunundan çıkanlmıştır.
    1980'e kadar bir şey yapılmadığını zannetmeyin.
27 Mayıs Devrimi idaresi, çok önemli işler yaptı. Bunlardan bir tanesi, o meşhur demokrat Anayasadır. "Türkiye Cumhuriyeti Devleti sosyal bir hukuk devletidir." sözü vb. Kanun Komisyonu Başkanlığı da dahil birçok önemli görevleri üstlenmiş olan İhsan Güven'in petrol konusunda çok büyük hizmetleri var. İhsan Güven bir heyet hazırlayıp Amerika'ya göndermiştir. Heyetin görevi, derine yani 5-6 bin metreye inebilecek sondaj makinaları satın almak. Bütün uğraşılara rağmen ABD Konsülü bu makinaların satışına izin vermiyor. Bu kez aynı heyet, aynı gaye için Sovyetler'e gönderiliyor. 10 makina için anlaşmaya vanlıyor. Makinalardan birisi geliyor. 27 Mayıs idaresinin görevden ayrılmasından sonra ise, diğer 9 makinanın gelmesi durduruluyor. Gerekçe, 'makinaların solcu olması'. Aklınız alabiliyor mu? Makinalar solcuymuş! Şimdi TPAO'nun elinde olan tek derin sondaj makinası bu. Tabii o da hâlâ iş görebilir durumda ise.
6326 sayılı Petrol Kanunu, 6327 sayılı kanunla kurulan TPAO'nun daha başlangıçta elini kolunu bağlamıştı. Hani şu senede 10 delik sınırlaması ve Kuzeydoğu Anadolu'da petrol arama yasaklamasından söz ediyorum.
    
Hemen hemen  22-25 yabancı şirketin Türkiye’de petrol arama imtiyazı var. Bunlar sahaların imtiyazını almışlar, ama hiçbir jeolojik, jeofizik araştırma yapmamışlardır. , Konsül'ün dikte ettirdiği politikalar sonucu artık bugün TPAO'yu mevta olarak kabul edebiliriz.
TPAO'ya hep sekte vurulmuştur. en verimli petrol bölgesi olan Adıyaman'da TPAO'nun arazi arabaları satılığa çıkarılıyor, öte yandan bütçesi sıfırlanıyor ve artık TPAO, Konsül'ün büyük şirketlerinin ibrik taşıyıcısı durumuna getiriliyor. Şimdi isze bazı küçük ama öenmli bilgiler;
TPAO'nun kurulduğu günden bugüne kadar açtığı kuyu sayısı, kimilerine göre 2000, kimilerine göre 1600. Düşünün, tam 48 yılda sadece bu kadar. Simde size ABD'nin bir yılda açtığı kuyu sayısını söyleyeyim. 80.000. Sadece bir yılda açılan kuyu sayısı bu! TPAO'nun açtığı bu kuyuların sadece bir kısmı arama sondajı. Diğer bir kısmı başka maksatlarla açılmış.TPAO'nun kurulduğu günden bu yana, ürettiği petrol aşağı yukan 50 milyon ton. Şimdi ben size; Türkiye yılda 28-29 milyon ton petrol tüketiyor desem, bu 50 milyon ton petrol Türkiye'nin iki yıllık ihtiyacını bile karşılamaz. Kaba hesap 50 yıl, 50 milyon ton. Buna üretim mi dersiniz? Türkiye’nin yıllık petrol üretimi son rakamlara göre aşağı yukarı 3.5 milyon ton. Bir önceki TPAO yönetim kurulu başkanının ifadesine göre TPAO'nun 120 milyon dolar olan bütçesi 30-40 milyon dolara indirilmiş durumda. Takdir edersiniz ki böyle bir dramatik kısıntı, kurumu felç etmeye yeter. Bir normal sondajın masrafının 2 milyon dolar olduğu göz önüne alınırsa...
Şimdi TPAO'nun zaman içinde tedricî felç oluşunu, yurt içi yatırımlarındaki rakamlara baktığımızda da görebiliyoruz. Örneğin, 1992 yılında 182 milyon dolar yurt içi yatırım yapılırken, her yıl bu rakam belirgin olarak düşmüş. 1998 yılında da 57 milyon dolara kadar inmiş. 2002 yılında öngörülen yatırım sadece 28 milyon dolar.
1995-99 yılları arasında sondaj için sadece 7 milyon dolar harcanmış. Yıllık ortalama bir milyon dolardan biraz fazla eder. Bu rakamlar trajikomik bir gerçeğin ifadesidir.
TPAO ne yapıyor dersiniz?
TPAO yurt dışına açılmış durumda. Kara-paranın aklanma cenneti diye bilinen Jersey Adalarında, TPIC diye bir şirket kurmuşlar. Bununla yurt dışında petrol arayacaklarmış. 'Peki şimdiye kadar ne yaptın' diye sorulduğunda, verilen cevap da ilginç. Avusturalya'dan Mısır'a, Kazakistan'dan Pakistan'a varıncaya kadar bir sürü yerde sözde petrol aramışlar. Bundan 2 yıl öncesine kadar yurt dışında harcadıklan para 870 milyon dolar. Şimdiye kadar geri dönen para ancak 300 milyon dolar. Yani 570 milyon dolar batmış. Bu rakamlar Ali Türkoğlu'na ait. Yani TPAO'nun yönetim kurulu başkanına. Düşünün lütfen, bu ülkede petrol adına neredeyse bir çivi çakmayacaksın, ama yurt dışında, inanılmaz bir savurganlıkla 570 milyon dolar batıracaksın.
TPIC'in yurt dışı yatırımı 1994 yılında 78-79 milyon dolar. 1995'de bu meblağ 110 milyon dolar olmuş. Her yıl bu rakam düzenli olarak artmış. 1998 yılına gelindiğinde de 146 milyon dolar olmuş. Bu yetmezmiş gibi, elde bulunan birkaç tane doğru dürüst delicilerin de, yurt dışı aramalarına tahsis edildiğine dair basında haberler çıkıyor.
TPAO elinde bulunan ruhsatları, süratle Konsül'ün şirketlerine devrediyor. Son olarak Ergani'de 34 graviteli kaliteli petrol bulunmuştu. Daha sonra şayia çıkardılar, su çıktı falan diye. Çok hızlı delip derine gitmiş olabilirsin. İyice araştırma yapsana. Petrol yatağının yönünü tayin et. Petrolün yönü istikametinde delikler del. Ciddi araştırma yap. Bunları yapmak yerine, basından öğrendiğimiz ne? Ergani bölgesinin imtiyazlarının %50'si Perenco'ya devredilmiş. Neden? Ne ilgisi var Perenco Şirketi’nin TPAO'nun imtiyazlı bölgesiyle?
Bir müddet önce Doğu Karadeniz'de, TPAO ve ARCO şirketi birlikte, deniz içinde ortak bir proje başlattılar. Liman 1 ve Liman 2 projeleri. Sonra bu proje yanda kaldı. ARCO çekildi. TPAO'nun bu projedeki zararı 60 milyon dolar. Bu konu ile ilgili olarak Oyman Sayer'in iddiası; biraz daha derine inmeleri gerektiğiydi. Del, 60 milyon sokağa at, fakat birkaç yüz metre daha delmen gerekirken vazgeç! Şimdi ne oldu? ARCO'yu BP satın aldı. Şimdi BP Doğu Karadeniz'de 8000 metreye inecek iki kuyu açma projesi başlattı. Bu konu ile ilgili bir sürü şey yazıldı, çizildi. Projenin mâli yükünü BP çekecekmiş. Bu masraf 13.5 milyon dolarmış. Bir ay sonra yok efendim masraf 50 milyon dolar olacakmış... İş kılıfına uyduruldu. Şimdi duyduğumuz bu projede hisseler %75 BP, %25 TPAO olarak belirlenmiş.

Hani 1980'den sonra düzeltilen petrol kanununda, petrol arayan yabancı şirkete denizde yüzde 45, karada %35 hak verilmişti. Bu %75 neyin nesi?
En zengin petrol bölgelerimizden birisi olan Seyhan-Ceyhan-İskenderun Körfezi, yani Çukurova'nın imtiyazı Amty Oil tarafından alınmış. Adam nerede, ne kadar petrol olduğunu uydu vasıtasıyla, yıllar önce tesbit etmiş. Konsül, hızla tüm Türkiye'nin ruhsatını alıyor. Şimdi hiç hareket etmiyorlar. Adeta nefes almıyorlar. Endüstri Bölgeleri Kanunu çıktı. Şimdi Nitelikli Sanayi Bölgeleri Kanunu’nun çıkmasını bekliyorlar. ABD kongresi, bu hususu görüşüyormuş. O zamandan çıkan Derviş kanunlarıyla Türkiye'yi %80 teslim aldılar. Şimdi son vuruşlarla ülkeyi tamamen teslim alıp, yorgun düşürdükten sonra, her yerden petrolü aynı anda çıkartacaklar. Onu bekliyorlar.
Türkiye petrolleri artık şu kararı verdi; mutlaka majör petrol şirketleri ile birlikte hareket edecek. Buna havlu atmak denir. Bu 'ben yokum artık' demektir.
TPAO'nun ülkemizde maliyetin düşük olduğu yerlerde dahi arama yapmamasının sebebi işte bu teslimiyetçi tavırdır.
                1932 yılına ait Hassen Halet Işıkpınar'ın Türkiye petrol yatakları hakkında raporu var. Rapor çok ilginç. Van'da, Erzurum-Katranlı'da, Divanı Hüseyin bölgesinde petrol bulunduğunu yazıyor. Naftik kasabasında 1-2 metre derinliğinde açılan kuyulardan petrol çıktığını belirtiyor. Bu raporda, ayrıca Pellek'de, Hasankale'de, Zaho'da, Kastamonu'da, Gelibolu Yarımadasının kuzeyinde, Keşan yakınlarında, Konya-Kavalı'da, İznik'te, Sinop'ta, Trabzon'da, Sürmene'de, Antalya-Yanartaş'ta petrol bulunduğu belirtiliyor. Işıkpınar raporu Fransızca kaleme almış.
Aleksanders's Gas and Oil'in internet sayfasındaki bilgiye bakın; 1998 yılında Adana depreminden sonra Ceyhan bölgesinde Petrol kendiliğinden yüzeye çıkıyor, kilometrelerce akıyor. Bir sürü söylenti çıkarılıyor. Boru hattı sızıntısı falan gibi. Sonunda resmî olarak tespit ediliyor ki, bu kendiliğinden sızan petroldür. TPAO tarafından başlangıçta bir iki göstermelik demeç veriliyor. Mesele daha sonra unutuluyor... Daha doğrusu unutturuluyor.
Bu tip olaylar Ceyhan bölgesinde çok sık rastlanan şeyler. Gazetelere yansımıştı. Ceyhan'ın Soysalı köyünde deprem sonrası, bir yurttaşımızın tarlasında petrol çıkmıştı. Kendisi TPAO yetkililerini ısrarla davet etmiş.
Gelenler gönülsüz. Petrol olduğu resmen tespit edilmiş. Uzun uğraşmalarından sonra kendisine verilen cevap; "Buralarda petrol arama imtiyazı Amerikalılara ait. Bir şey yapamayız.Buyrun cevabı! (Amty Oil)
            TPAO'nun Adıyaman bölgesinde açtığı birçok kuyuda da petrol bulundu. TPAO anlaşılmaz bir şekilde bu kuyuları terk etti. Terk ettiği kuyuların bir kısmını daha sonra Ersan Petrol ıslah etti. Şimdi sadece oradaki bir kuyudan saatte 20 varil petrol çekiliyor.
Ege bölgesinde Alaşehir'de 1700 küsur metrede petrol bulundu. Ege'de petrol olduğu biliniyor. Bilim adamları burası için, "Bölgede yüksek potansiyel var. Burada yoğun arama faaliyetleri yapılması gerekir." dediler. Ne oldu? S Çıt çıkmıyor. Oysa Yunan bölgesinde 2 petrol kuyusu faaliyete geçmiş durumda. Manisa'da bir depremden sonra yüzeye petrol sızmıştı…
Batman, daha doğrusu Güneydoğu Anadolu, Arap levhasının bizim sınırlar içinde kalan kısmı. Arap kıtası bizi devamlı itiyor. Yılda 4,4.5 cm. Bu bölgede petrol çok. Yenilerde Ceylanpınar bölgesinde 2.5 milyar varil petrol rezervi tespit edildiği gazetelerde yazıldı, televizyonlarda söylendi. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün...
       1980 sonrası, Enerji Bakanı Serbülent Beye New York'ta, üç tane büyük petrol şirketinin sahipleri; "Türkiye'nin zengin petrol yataklarına sahip olduğunu" bizzat söylediler. Serbülent Bey verdiği her türlü garantiye ve ettiği ısrara rağmen Konsül'ü Türkiye'de petrol çıkartmak için ikna edemedi. Oysaki
Serbülent Beyi, görüşme yapmak için Amerika'ya petrol şirketleri davet etmişlerdi.
Konsül'ün "Tek Dünya Devleti"ni kurma projesi çok uzun yıllara dayanıyor. Türkiye'nin petrolünün çıkartılmayışı bu projeyle ilgili. Konsül'ün hedefi; en son Türkiye'yi dizüstü düşürmek.
"Konsül'ün Federal Rezervinin petrol şirketleri".
Federal Rezerv denilen banka, ABD'nin Merkez Bankası değildir. Aksine dünyanın 8-10 en büyük bankasının bir araya gelerek kurduğu bir bankadır. Bu banka 20. asrın başlarında inanılmaz ayak oyunlarıyla ABD'nin parasını basma hakkına sahip olmuştur. Dikkat ederseniz doların üzerinde Federal Rezerve Notes diye yazılıdır. Yani Federal Rezervin alındı kağıdı. Konsül diye bahsettiğim, işte bu bankalara da sahip olan, ırksal bir birliktelik göstermeyen fakat belli bir inanca mensup olan insanların teşkil ettiği dinsel gruptur. Bu insanlar Musa dinine mensupturlar. Demin de dediğim gibi ırksal bir bütünlükleri söz konusu değildir. Çoğunluğunu Hazar Türkleri oluşturur. Bunların yaygın, bilinen tanımları Eşkenazi'dir. İşte paranın sahibi, bankaların sahibi, büyük şirketlerin sahibi ve petrol şirketlerinin sahibi bu insanlar, dinî inançlarına göre dünyanın kendilerine vadedildigine inanıyorlar. Ve kendilerini de sözde Tanrıoğlu kabul ediyorlar. Bizi şimdi iyiden iyiye çökerttiler. Bu banka krizleri, borsa krizleri bu tiyatro oyununun perdeleri.
Konsül bu yolla 80-90 ülkeyi perişan etti. Japonya'yı "Derivatives" denilen, şimdi bizde de kurulan vadeli işlemler borsası ile yıktı. Bir Eu-ro numarası çıkarttı, Almanya'da maaşları yarıya indirdi, bir Marklık eşyayı bir Euro yaptı, böylece Almanya'yı da yedi. Medya, Konsül'ün mülkiyetinde ve hakimiyetinde olduğu için insanlara gerçekler duyurulmuyor. Bu yüzden insanlar hiçbir şey bilmiyorlar.
       Petrol şirketleriyle ilgili olarak 1948 yılında ABD'de bir gazetede nasıl bir yazı çıkmış; "Washington'daki Amerikan idaresi, petrol şirketlerinin yan kuruluşu ve ABD başkanı da uluslararası petrol imparatorluğunun tutsağıdır."
Dünya Bankası kurulduğu 50 yıldan beri hiçbir ülkeye kendi petrolünü çıkartsın diye kredi vermedi. Zaten Dünya Bankası ve lMF'nin görevi bunun tam tersi. Milletleri köleleştirmek.
    Sonuç olarak ülkemiz petrol ve diğer madenler cennetidir. Fakat bunu işlemek için Konsül’den çekinmeyen, ABD uşaklığı yapmayan Ankara’yı yöneten idarecilere ihtiyacımız vardır. O yüzden bize düşen görev klişeleşmiş olsa da çok okumak, gündem takip etmek ve gerektiğinde saygı çerçevesinde tepkimizi ortaya koyabilmektir.
     
            29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMIMIZ MİLLETİMİZ ADINA KUTLU OLSUN.
            NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!..





TÜRKLER ORMANA NEDEN KORULUK DER?

Türkler dinlerinin gereği doğaya saygı duyardı. Onlar için ateş, hava, su ve toprak önemliydi. Fakat Türklerde önemli bir element daha vardı...