13 Şubat 2012 Pazartesi

CUMHURİYET SONRASI KÜÇÜK BİR KRONOLOJİ

            Uzun zamandır yazmıyorum ama bu tarihleri birleştirmek biraz zamanımı aldı. Atladığım birçok tarih var, ya da çok daha önemli olayları gözden kaçırmış olabilirim. Ama yapılan antlaşmaları ve üzerimize oynanan oyunları ibret alarak okumanızı tavsiye ediyorum. Umarım beğenir ve ders çıkarırsınız.

            29 Ekim 1923 Cumhuriyetimiz ilan edildi.
           
23 Nisan- 24 Temmuz II. Lozan Konferansı : Sevr Antlaşması’nı emperyalistlere deyim yerindeyse kapak ettik. Hatay Sorunu ve Irak sınırı (Musul-Kerkük) dışında neredeyse tüm sorunlarımızı Misakı Milli kapsamında hallettik.
           
13 Nisan 1925 Şeyh Sait İsyanı : İngilizlerin kışkırtmasıyla çıkmış ve bu isyan yüzünden Musul kaybedilip İngilizlere bırakılmıştır. Daha o zamandan Kürtler emperyalist güçler tarafından kullanılmıştır, günümüzde de bu durum hala devam etmektedir.
           
15 Haziran 1926 Mustafa Kemal’e suikast girişimi.
           
1932: Milletler Cemiyeti’ne girdik.
           
1939-1945: II. Dünya Savaşı.
            ABD- Türkiye ilişkileri II. Dünya Savaşı sırasında “Ödünç Verme ve Kiralama Yasası” çerçevesinde yoğunlaşmıştır. 1945’e değin Türkiye para ve silah yardımı almış, savaş bitiminden sonra kullanılmayan araçların iadesinin anlaşmasına varılmıştır.
           
30 Ocak 1943 Adana Görüşmesi: Müttefik devletler (İngiltere, Fransa, vs.) Türkiye’yi savaşa sokmak için çalışma başlattı ve bu tür görüşmeler hazırlandı.
           
27 Şubat 1946: 4832 sayılı Yasa ile kabul edilen ve ABD ile yapılan 60 milyon $’lık Kredi Antlaşması.
           
7 Mayıs 1946: Ödünç Verme ve Kiralama Antlaşmasına Ek Antlaşma.

6 Eylül 1946: Devalüasyonun ne olduğunu bilmeyen Türkiye batının baskısı sonucu tarihinde ilk kez devalüasyon yaptı. Türk lirasının değeri dolara göre %117 oranında düşürüldü. Böyle yapılarak sanayileşmemiz önlendi. Bize sanayileşmemiz yerine tarım ihracatına yönelmemiz söylendi. Baktılar ki olmayacak ağır sanayi yerine hafif sanayiye önem verin denildi. Sürekli devalüasyonlarla ödemeler dengesi bozuldu, bütçe açıkları arttı.
Eğer ki batı bize ekonominizde sorun var, yok devalüasyon yapın yok şunu yapın diyorsa, bilin ki ülke ekonomisi doğru yolda ilerliyordur. Bunu engellemek için kendilerine göre önlemler alıyorlar.
           
6 Aralık 1946: ABD’ye Türkiye’de Mülk Edinme Olanağı Tanıyan Antlaşma. Bu antlaşma TBMM’de 5002 sayılı Yasa’yla onanmıştır.
           
1947: Dünya Bankası’na girdik.

            11 Mart 1947: IMF’ye üye olduk. Bir yıl öncesindeki devalüasyon alavere dalavereleri buraya üye olmak için, yani borç alabilmek ve bağımlılaştırılmak için ayarlanmış ince hesaplardan başka bir şey değildi. Buraya üye olabilmemiz için bize ilk olarak devalüasyonu şart koştular.

            12 Mart Truman Doktrini imzalandı. Bu Türkiye’nin tam anlamıyla ABD’nin kucağına düşmesi olayıdır. Neden mi?
Türkiye “Türkiye ulusal varlığının korunması ve milli bütünlüğünün idamesi için” yardım istemiştir. Peki bu ne demektir? Türkiye kendini koruyamaz durumdadır ve başka bir ülkeden kendisini bağlamayacak şartlarla yardım istemiştir.
Truman Doktrini 22 Mayıs 1947 tarihli Kongre Kanunu’nun birinci maddesini okuyalım:
“ABD Kongresi’nin Senatosu ve Temsilciler Meclisi tarafından kanunlaştırılmıştır ki, bir başka kanunun hükümleri ile çatışmadıkça Cumhurbaşkanı, Birleşik Devletlerin çıkarlarına uygun mütalaa ettiği zamanlarda Türkiye’ye, bu ülkenin hükümetinin talebi üzerine ve kendisinin tayin edeceği kayıt ve şartlarla, yardımda bulunabilecektir.”
            12 Temmuz Marshall Planı ya da yardımı: Truman Doktrini’nin yasalaşmış şeklidir. Lozan Antlaşması’nın intikamına giden yoldur.
            ABD’nin yardım diye verdiği ve parasını ödeyerek aldığımız silah, araç ve gereçlerin ABD’nin istemediği yerlerde kullanılmayacağını 1947 Antlaşması ile kabul etmiş bulunuyoruz.
           
1952: NATO’ya girdik. ABD NATO Antlaşması ile Türkiye’ye yerleşmiştir.
           
1954 Askeri Kolaylıklar Antlaşması: ABD ile imzalanmıştır. ABD, Türkiye’de önemli bir askeri varlık konuşlandırmıştır.
           
1958’önerilen ve uygulanan politikalar 1960 ihtilali ile sonuçlandı. IMF Uzmanı Kemal Kurdaş Maliye Bakanlığı’na getirildi. E haliyle ekonomi daha da kötüleşti. Eğer ki Avrupa’dan bir uzman getiriyorsak bunlar nedense hiç ülkemiz yarınına iş yapmıyor ve her nedense ülkenin başındakiler de bunu görmüyor. Şaşılacak iş değil mi?
           
1963: 22- 23 Aralık gecesi Rumların EOKA destekli girişimiyle Kıbrıs Türklerine yönelik soykırım saldırıları başladı.
           
1964: İsmet İnönü’nün bir beyanı: “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye bu dünyada yerini bulur.”
           1964 Haziranında ABD Başkanı Johnson İsmet İnönü’nün bu sözleri ve bazı politikaları üzerine tehdit mi desek ikaz mı desek bir mektup yolladı.
           1964: Bu mektuptan sonra İsmet İnönü ne demiş hatırlayanınız var mı? “Amerika’nın sorumluluğuna inanıyordum, yanılmışım.”

1967- 1970 arası IMF Türkiye’yi mesken edindi. Her yıl bir uzman gönderildi ve sürekli devalüasyona zorlandık.

1968: Türkiye’nin elektrik enerjisi için istenen krediyi sağlayan Dünya Bankası, TEK (Türkiye Elektrik Kurumu) Yasası’nın çıkarılmasını ve TEK’in %8 kar sağlamasını ön koşul olarak getirdi ve bu da kabul edildi. O gün bugündür elektriğe yapılan zammın dayanağı bu ön koşuldur.

1969 Savunma İşbirliği Antlaşması: ABD ile yapıldı. Bağımlılığımız pekiştirilmiştir.

1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ve ABD’nin ambargosu ile karşı karşıya kaldık.

1975: Türkiye’ye karşı Ermeni Terör Örgütü ASALA kuruldu.

1978: Baş belası PKK’nın kuruluşu tamamlandı.

12 Eylül 1980: DARBE

29 Mart 1980: SEİA (Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması) imzalandı. Aslında bakıldığında 5 yıllıktır. ABD Özel eliyle süreyi uzatmış, yeni düzenlemeyi her yıl ertelete ertelete bugüne gelinmiştir.

1988 Strasbourg Sözleşmesi: Özal zamanında imzalandı.

1990’ların başları PKK’nın terör eylemlerinin doruğa çıktığı yıllardır.

1990’larda Fener Rum Patriği Bartholemous Lozan Antlaşması’nı tanımıyorum deme cüretini gösterdi. AB, Fener Rum Patriği’ni Bizans Devlet Başkanı ilan etti. Bartholemous Belçika’ya ziyaretinde devlet başkanı olarak karşılandı.

1991: Yerel Yönetimlere Özerklik Şartı kabul edildi. Bununla üniter devlet yapısı inkâr edilmiş olunuyor. Federal devlet olma yolunda atılmış bir adımdır.

1991 Körfez Savaşı: Veee binlerce Kürt sınır kapılarımıza dayandı. Hepsi de ülkemize sokularak bugün ki Kürt sorununun büyümesine tam anlamıyla gerekli zemin hazırlanmış oldu. Ülkemizde bağımsızlık isteyen Kürtlerin çoğu Irak’tan gelenlerdir ve bakıldığında ülkemizde böyle olay çıkarabilecek bir hakları da yoktur.

1995: AB Türkiye’ye ya DEP’lileri salın ya da AB’yi unutun tehdidini savurdu.

1995: CIA Rusya Bürosu Şefi CNN’e çıkarak doğu bloğunun en iyi ajanlarını Türkiye’ye yerleştiriyoruz, yakında Türkiye’de karışıklık çıkabilir dedi ve bir ay sonra Gazi Mahallesi’nde Alevi-Sünni olayları patlak verdi.
AB’nin bir raporunda Türkiye’nin siyasi olarak bölünmesi gerektiği söylendi.

1996’da ABD, Türkiye’ye yapacağı yardımın ön koşulunu Ermeni Soykırımını tanımamıza bağladı.

Haziran 1996’da The Economist Dergisi bir Kürdistan haritası yayımladı.

1997: Sabancı Üniversitesi’nde uluslar arası finans spekülatörü ve medya patronu Soros, onca öğrencinin, iş adamımızın ve bilim adamlarımızın karşısında “Türkiye’nin en iyi ihraç ürünü ordusudur” dedi.

27 Kasım 1998: Almaya ve İtalya başbakanları birer demeç vererek  Kürt Sorunu uluslar arası bir platforma taşınmalıdır dediler.

1998: Vatikan bir bildiri yayınlayarak Öcalan’ın Türkiye’ye verilmemesini istedi.

1999 Abdullah Öcalan Kenya’da yakalandı. Apo Türkiye’ye asılmaması karşılığında verildi.

1999 Helsinki Zirvesi: Türkiye AB’ye aday gösterildi. Hala Haçlı birliğine girmek isteyenleri anlayamıyorum, bizi almayacaklarına dair o kadar açıklamalar yapılırken bu devlet büyükleri hala neyin uğraşını veriyor? Biz onlara değil, onlar bize muhtaç durumdalar bunu nedense kavrayamıyorlar.
3 Nisan 2000: AB dönem başkanı Apo’yu asarsanız AB’yi unutun dedi. Aynı gün hapishanedeki Leyla Zana’yı ziyaret etti.

2001: Kemal Derviş geldi. Beraberinde de kriz!

2002: 1980’de tarımsal ürün ihracı ithalatın 7 katıyken, 2002’de ithalat ihracatın 2 katı oldu. Dünya Bankası raporuna göre halkın %20’si yoksulluk sınırının altında yaşıyor.

2003: İkiz Yasalar imzalandı. İçeriği; bir ülke içinde kendine halk diyen herkes kendi geleceğini belirleme hakkına sahiptir.

2005: Koruma Sorumluluğu Yasası. Örneğin Gülten Kışanak bu yasayı bahane ederek Uludere olayıyla ilgili Türkiye’ye dava açacak.

2006: Bölgesel Kalkınma Ajansları imzalandı. Bununla Türkiye’yi 12 bölgeye ayırdılar.

2009: Teröristler Habur’da bayram havasında karşılandı.

2 Kasım 2010: CIA’den Henry Barkey Türkiye’ye “Kürtlere özerklik verin, yoksa büyük şehirlerde isyanlar çıkar” dedi. Sonrasında neler olduğu ortada…



            Şimdi size M.   Emin Değer’in şu sözlerini aktarmak istiyorum:
“Gafletin temelleri 1947’de atıldı, yapı taşları 1950’den sonra döşendi. Bu gafletten uyanmak gerektiğini birkaç kez anladık, gördük ama eyleme geçemedik. Johnson’un mektubu ile açılan gözlerimiz, ne yazık ki Dickson Raporu ve 12 Mart’larla kapatılmak istendi. 12 Eylül ile susturulduk. 12 Eylül ile bu suskunluğun 2000’li yıllara değin sürdürülmesi amaçlanmıştı.”
           
            Son söz olarak 1947’de yardım adı altında yapılan anlaşmaların hiçbiri ilerlememizi sağlamaya yönelik olmayıp, her ne hikmetse bu anlaşmalar uzatılıp bugüne kadar gelinmiştir.
Siz parasını verip silah alacaksınız savaşa girerken ABD başkanı çıkıp bizim verdiğimiz silahları o savaşta kullanamazsınız deyip bize izin vermeyecek! Para yardımı yapacak, biz iş gücü yaratmak için sanayiye önem verirken, bize gelip “sen dur bakalım!” diyecekler. Bizim verdiğimiz parayı sanayiye değil tarıma harcayabilirsin diyecekler, biz de kuzu kuzu bu denilenleri yerine getireceğiz. Daha da ileri giderek aldığımız parayı hiçbir yararlı iş yapamadan yani yardımı hiç ederek alınan borcun üstüne borç ekleyecek ya da borcu borçla ödemeye çalışcağız. Bu nasıl bir mantıktır?
           
Helsinki Zirvesi ile hiç giremeyeceğimizi anlayamadığımız AB’ye üye gösterildik. Bizi yüz yıllardır hor görüp dışlayan, siyasi bölünmemizi isteyen Haçlı birliğinin ya da yeni adıyla Avrupa Birliği’nin uyum yasaları arasında hukukumuz sıkışıp kaldı. AB’deki birçok ülke bize dayatılan koşulları yerine getirmezken hatta bu yapılması gerekenlere sahip bile değilken bize ne oluyor da bir uyum sürecidir 12 yıldır başımızı kaldıramıyoruz?


Bize olan yaklaşımlar ortada. Bizi bize düşürmeye çalışıyorlar, Kürtler taşeron olarak kullanılıyor. Etnik ayrıştırmalar, dini sömürüler yapılıyor. Batıya denilecek söz:
            Bu vatanın üstünde herkes kardeştir
            Bunu beynine iyi yerleştir!
Türk olmak zordur, çetindir. Ama unutmamalıdır ki bir Türk dünyaya bedeldir, Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur!






TÜRKLER ORMANA NEDEN KORULUK DER?

Türkler dinlerinin gereği doğaya saygı duyardı. Onlar için ateş, hava, su ve toprak önemliydi. Fakat Türklerde önemli bir element daha vardı...