Osmanlı’da ilk yabancı misyoner okulu 1853’te İstanbul’da kurulan Saint-Benoit Fransız okuludur. Bu okulu Saint-George, Saint-Luis, Saint-Pierre, Notre Dame de Sion, Saint-Joseph…. izlemiştir.
1853-1925 arasında İstanbul’da 72 Fransız okulu vardır.
1917 tarihli bir belgede de bu tarihte İstanbul’da İngilizlere ait 83 okul ve hastane olduğu ifade edilir.
1904 tarihinde Osmanlı topraklarında 465 Amerikan okulu vardır. Bu okulların bugünkü Türkiye sınırları içerisindeki dağılımına bir göz atalım.
İstanbul..... Robert College (1863)
İstanbul..... Gedikpaşa Girls School
Adapazarı..... Girls Hing School
Bursa..... Girls Hing School
İzmir..... American Collegiate İnstitute For Girls
İzmir..... İnternational College
Kayseri..... Talas Boys School
Kayseri..... Talas Girls School
Sivas..... Girls Hing School
Merzifon..... Anotolia College
Merzifon..... Anotolia Girls School
Harput..... Euphrates College (1859)
Harput..... Girls Hing School
Diyarbakır..... Protestant School
Mardin..... Teachers School
Mardin..... Girls Hing School
Bitlis..... Girls Boarding School
Van..... Boys School
Van..... Girls School
Erzurum..... Girls Boarding School
Erzurum..... Boys Boarding School
Antep..... Seminary for Girls
Maraş..... Central Turkey College For Girls
Adana..... Seminary For Girls
Saimbeyli..... Hodjin Hom School For Girls
Tarsus..... Saint Paul’s İnstitute For Boys
Urfa..... İndustrial Training School
Dikkat ederseniz Amerikan okullarının büyük bir çoğunluğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde kurulmuştur. Bir tek Amerikalının yaşamadığı bu topraklarda Amerikalılar herhalde bizim kara kaşımıza, kara gözümüze hayran oldukları için okul açmamıştır.
Bu okulların üç şeye önem verdikleri tespit edilmiştir:
1. Eğitim: Modern eğitim sistemiyle hiçbir fedakârlıktan kaçınılmaksızın eğitim verilmiş, bu yönüyle Türk eğitimine ve diğer devletlere örnek olmuşlardır.
2. Siyasi faaliyetler: Azınlıklar sorununa eğilmiş, onları desteklemiş hatta azınlık sorunlarının çıkış nedeni olmuşlardır. Özellikle Ermeni sorununda etkileri büyüktür.
3. Dine ve mezhebe din kardeşi kazandırma girişimi: Bu düşünce okulların başlangıçtan beri en büyük hedefidir ve Osmanlı’nın çöküşünde başlıca etkendir.
Bugünkü “Kürt sorunu” diye önümüze sürülen mesele, aslında İngiltere, Amerika, Fransa, İtalya ve Almanya gibi ülkelerin 1700’lü yıllardan beri uyguladığı eğitimdeki haçlı seferinin sonucudur.
Polat Haydaroğlu bu “Neden?” sorusunun hepimizin bildiği cevabını bakın nasıl veriyor:
“Yabancı okulların siyasi faaliyetleri doğrultusunda günümüzde de huzursuzluğu hissedilen “Kürtleri” etkileme çabaları okulların zararlı çalışmalarından sadece biridir.
Selçuklular döneminden başlayarak Osmanlı devletinde Anadolu’da sistemli bir Kürt-Türk ayrımı yapılmış değildi. Kaynaklarda zaman zaman “Kürt beyi” ve “Kürdistan” deyimine rastlanmaktadır. Ama Osmanlı topraklarında sınırları belli “Kürdistan” diye bir birim yoktur.
Yabancı devletlerin Osmanlı İmparatorluğunu parçalamak için İmparatorluğa bağlı halkaları kışkırtmaya başladıkları 19. yüzyılda artık ayrı bir birim olduklarını düşünmeye başladılar. Yine bu dönemde siyasi alana bir “Kürdistan” deyimi getirildi. Osmanlı İmparatorluğu 1831’de yapılan sayımda ve daha önceki tahrirlerde İslamiyet dışında Kürtler ve Türkler diye bir ayrım yapmış değildi. 19. yüzyılın ikinci yarısında konsolosluklar ve okullar Anadolu’ya yayılmaya başladığında onların düzenlediği raporlarda cemaatlerden söz edilirken Kürt, Türk, Arap gibi kısımlara ayrıldığı görülmektedir.
Avrupalılar koruyuculukları altında Kürtleri de bir azınlıkmış gibi ele aldılar. ….. Kürt olduğu öne sürülen halkın yaşadığı bölgelerde başta İngilizler olmak üzere Amerika ve Fransa’nın da okul açtığı görülmektedir. Örneğin Diyarbakır ve Bitlis gibi yerlerde okul açılması yalnız ekonomik nedenlerle açıklanamaz. Bu, bir rastlantı da değildir. Bütün bu çabaların sonunda Kürtler için çalışan dernekler yanında basın yoluyla da faaliyetler sürdü.
II. Meşrutiyet döneminde basın sansürünün kalkmasıyla sayıları artan gazeteler arasında iki Kürtçe gazetenin bulunması dikkat çekicidir. İstanbul’da haftalık olarak yayınlanan bu iki gazetenin birinin ismi “Kürt” adını taşımakta olup Süleymaniyeli Tevfik Bey tarafından, “Kürdistan” adını taşıyan ise Bedirhanzade Ahmet Süreyya Bey tarafından yayınlanmıştır.”
13 Mayıs 2016 Cuma
11 Mayıs 2016 Çarşamba
APOKALİPTİK TÜRKİYE
Bu ülkede yaşamak artık
çok zorlaştı. Konuşmamızdan yazılarımıza, eğlenmemizden gezmelerimize,
giyimimize kendi yaşamlarımıza dair her şeye bir şekilde baskı yapılıp sansür
uygulanmaya çalışılıyor.
Öncelikle sansürün tanımını bilmek gerekiyor. Bir de
bizim ülkemizde nasıl algılanması gerektiğini…
Sansür görüşlerin,
kavramların kontrol altına alınmasıdır. Genellikle hükümetler tarafından
kullanılır.
Sansür
Türkiye’de;
Birkaç
yıl öncesine kadar birilerinin “kardeşlerim, biz biriz” dediği sonra da “ne
istediniz de vermedik(!)” deyip paralel ilan ettiği eski dost şimdiki düşmanın
kanallarına el koymak, kayyum atamak, gazetelerinde basılacak haberlere
kayyumun izin vermemesidir.
İktidarın
diş geçiremediği gazetecilerin işlerinden atılmasına neden olmak, olmadı
gazetecileri hapishaneye tıkmaktır!
Gazetecilerin
iktidar ile uyumlu haber yapmamasından ötürü kurban olmalarıdır!
Örneğin Habertürk
Ankara Temsilcisi Muharrem Sarıkaya’nın “Fasılda Eğlenen Bakanlar” haberiyle
dönemin başbakanının rahatsızlığı üzerine görevden alınmasıdır! Sadece Muharrem
Sarıkaya mı? Kurban olan gazetecilerden bazıları: Emin Çölaşan, Ece Temelkuran,
Bekir Coşkun, Yılmaz Özdil, Serdar Akinan, Uğur Dündar ve daha niceleri.
Cumhuriyet
tarihinde ilk defa polisin bir gazeteyi basarak genel yayın müdürünü gözaltına
almasıdır!
Zamanın başbakanının medya patronlarını
toplayıp ‘yazarlarınızın parasını siz veriyorsunuz gereğini yapın’ talimatı
vermesi sonra da başbakana “sonra feryat etmeyin” diyebilecek gücü vermektir!
İktidarın,
medyayı denetimi altına almak için bir yayın gurubuna Cumhuriyet tarihinin en
büyük vergi cezası borcunu (4,8 milyar TL) çıkarmasıdır!
Kendi
çocuklarını, tanıdıklarını sınavsız-mülakatsız işe alıp, üniversite mezunu
gençleri işsizlikten intihara mecbur bırakmaktır!
Son
on üç yılda yüzlerce şehit verip, şehit haberlerinin yayınlanmasını
yasaklamaktır!
14
Aralıkla başlayan ve 17-25 Aralıkla devam eden yolsuzluk haberlerini çarpıtmak,
yasaklamak, yolsuzluk yapan vekillerin arkasını temizlemektir. Onları ak(!)lamaktır!
Özgür
medyayı susturma çabalarının 14 Aralık operasyonundan sonra en üst noktaya
ulaşmasıdır!
Gezi
olaylarında polisi kahraman ilan edip, 14 Aralık operasyonlarından sonra hain
ilan etmektir!
Milyarlarca
insanın kullandığı interneti sırf kendilerine karşı özgürce örgütleniyorlar,
muhalif yazılar yazıp paylaşıyorlar diye yasaklamaktır! Bununla birlikte
“internete sansür yasası” adı altında yasayı çıkarıp 7 Haziran genel seçimleri
öncesinde sosyal medyada muhalif sesleri sindirip iktidarın kendisini güvence
altına alma çalışmasıdır! İnternetin yargıya rağmen kontrol altına alınmaya
çalışılmasıdır!
Seçim
dönemlerinde, vatandaşın vergileriyle beslenen TRT’nin hükümet propagandası
yapıp muhalif partilere yer vermemesi ya da onları saniyelerle göstermesidir!
Amerika ve İsrail’i
rahatsız ediyor diye Banu Avar’ın TRT’deki işine son vermektir!
Dekolte
giyinen spikerlerin işten atılmasına sebep olmaktır!
Defalarca
belgesel, sinema ve tiyatro oyununa yasak uygulamaktır!
Tosun Paşa filmindeki
Adile Naşit’in hamam kavgası sahnesini, “hamamda kadınlar müstehcen(!)
görüldüğü” için göstermemektir!
“1 Erkek 1 Kadın” adlı
dizinin evlilik dışı ilişkiyi meşrulaştırdı gerekçesiyle RTÜK baskısına maruz
kalması ve dizideki karakterlerin evlendirilmesidir!
Dünyaca
ünlü Fazıl Say’ın eserlerinin Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın (CSO)
programından çıkarılmasıdır!
70
yıldır ders kitaplarında bulunan Arif Nihat Asya’ya ait “Bayrak” şiirinin bazı
mısralarının kitaplardan çıkarılmasıdır!
Çukurova
Üniversitesi kütüphanesinde bulunan nü tabloların kaldırılmasıdır!
Ülkenin
dört bir yanında elektriğin kesilmesini önleyememek, bununla birlikte tüm
dünyaya karşı kendini bile sansürleyebilme beceriksizliğini göstermektir!
Atatürk’ün
adını ağzına almamak, böylesine dahi ve cesur bir liderin sayesinde bugünlere
gelindiğini kabullenememek ve O’na teşekkür etmemektir!
Bu güzel vatanın
kurtarıcısı ve kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e “Atatürk dinsizdi, Atatürk
masondu vs.” yalan yanlış hikâyeler uydurup, Atatürk’ü yetiştirmek istedikleri
“dindar nesle” vatanın kurtarıcısı değil de bölücüsü gibi göstermeye çalışmaktır.
Atatürk’ü sansürlemeye çalışmaya devam etmektir.
Atatürk
Orman Çiftliği’ne milyonlarca liralık israfla kaçak saray yapılması,
Cumhuriyet’in ilk yıllarında kurduğu fabrikaların kapatılması ya da
özelleştirme adı altında yabancılara peşkeş çekilmesi, milli bayramların eskisi
gibi kutlanmaması Atatürk’ü sansürlemek değildir! Sansürlemeye de asla yetmez!
Türkiye
Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan ve Türkiye Cumhuriyeti Kimliğine sahip
her vatandaş anayasamızca Türk sayılır. Bu yüzden asıl sansür;
Ülkeyi yönetenlerin
“Türk” adına dayanamamasıdır!
Türkiyelilik kavramı
ortaya atarak Türklüğü silmeye çalışmaktır!
Hesaplara göre 8500
yıllık dünyanın en eski dillerinden Türk Dili’ni bilim dili ve edebiyat
açısından yetersiz görmek ve özünü inkâr ederek Türkçeyi küçük göstermeye
çalışmaktır!
Türkiye’de iktidar
korkusu Allah korkusunun önüne geçti. Böylelikle bu ülkede dürüst, vicdanlı,
ahlaklı yaşamak sansürlendi. Neden mi? Bu topraklarda para kazanmak, hayatını
idame ettirebilmek, ihale almak, işe girmek için hediye vermek(!) (rüşvet alıp
vermek) meşru hale getirildi. Şanlı Türk devletinin genleriyle oynandı.
Bu
ülkede artık yapılan tek şey “kötülemek” ama “yapıcı” olmamak!
Bu
ülkede artık yapılan tek şey “yıkmak” ama “inşa” etmemek!
Aslında
bahsettiğim tüm yapılanları tek tek sansür olarak algılamaktan ziyade Türkiye
Cumhuriyeti’ne karşı açılan bir savaş olarak nitelendirmek gerekiyor. Çünkü
yapılan tüm bu algı operasyonları, haramı helalleştirme oyunları, son 70 yıldan
beri yapılan darbeler ve dışarıdan bir gücün müdahalesiyle ülkenin başına
getirilen iktidar Türkiye Cumhuriyeti’nin sansürlenmesi için elinden geleni
ardına koymamaktadır.
Sansür
Cumhuriyete zulmetmektir. Cumhuriyetin temiz insanlarını aşağılamaktır, hor
görmektir. Cumhuriyet rejimini değiştirmeye kalkmaktır!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
TÜRKLER ORMANA NEDEN KORULUK DER?
Türkler dinlerinin gereği doğaya saygı duyardı. Onlar için ateş, hava, su ve toprak önemliydi. Fakat Türklerde önemli bir element daha vardı...
-
YAHUDİ YAZAR ARTHUR KOESLER “Yahudi diye bilinen ırk, Rusya’dan gelen göçebe bir halktı. Dünyada 1,5 milyon gerçek Yahudi vardı...
-
Sizinle Banu Avar röportajını olduğu gibi paylaşıyorum. Bakın dünya nasıl yönetiliyor ve istenildiği zaman nasıl kaoslar yaratılıyor... ...